Senelerdir yazıyorum. Yazdıklarım büyük toplumların dilinde değildir. Yazar isem kendime kadar yazarım... Bulunduğum zaman diliminden 9 sene evveline gidip kayıt altında tuttuğum ilk yazımı okuyabiliyorum. ilk yazımdan bugüne doğru ilerleyince olgunlaştığımı görebiliyorum. En azından 9 sene evvelki yazılarımın dilinden uzaklaşmış ve yazılarımdaki argo kelimeleri ıslah etmişim... Yazdıklarımın sesini yalnız ben duyuyorum, öyle olduğunu düşünüyorum. Bir başkası, yazdıklarımı okusa yazının yazıldığı masayı ve kalemi göremez nihayetinde. Kelimeler, zihin ülkesinin ürünü olduğu için yüzümdeki kırışık sayısı aklıma gelmiyor. Oysa ayna, her zaman bunu bana hatırlatıyor. Yaşlandığımı her gün izliyorum, adım adım, tane tane. Ömrün hızla geçtiğini unutsam, çoçukluğunu bildiğim bir artistin, sakkalı halini görmek, yaşlandığıma şahitlik ediyor. Neden korkuyorum? Çünkü anam, babam da yaşlanıyor. Onların saçlarındaki akları, teker teker sayamıyorum artık. Yeni analar yeni bebeler doğuruyor. O bebeler de anasının yaşlandığını sezince bunları düşünecektir. Döngü, milyonlarca yıldır tekerrür içinde. Yaşlanmaktan korkuyorum ama ne fayda? Demek ki yaşlanılacak.