hepimizin, küçükken ya da büyükken başına gelmiş bir şeydir değil mi?
aslında yakın bir arkaşınızsa pek problem olmaz, iki küfür yersiniz, iki trip atar size olay çözülür. ama... ama pek de tanıdık olmadığınız birisine gittiğinizde... örneğin ev sahibinize ya da o hiç tanışamadığımız kişilerden oluşan aile bireylerine bayramlarda gittiğinizde. çok zordur çoook.
misafirliğe gitmeniz gerekir ve evin kapısına ulaşırsınız. kapıyı tıklamakta tereddüt eder, o tereddüt ettiğiniz zamanda bulunduğunuz mekanı ayrıntılı derecede izler, eninde sonunda bunu yapacağınızı anlar ve kapıya tıklarsınız. birkaç saniye sonra, kapıyı açmaya gelen ev sahiplerinin ayak seslerini duyarsınız ve o an gelir kapı açılır. birkaç saniye sonra ev sahibi sırıtarak "hoşgeldiniz buyrun" der, siz de soğuk bir sesle "hoşbulduk" dersiniz. sonrasında ayakkabılarınızı olabildiğince hızlı çıkarma telaşına girer, eve girer ve ev sahibi nereye giderse oraya gidersiniz. genellikle sizi en geniş odada ağırlamayı tercih eder. siz de otura otura üzerinde küçük bir vazo bulunan sehpanın dibine kurulmuş olan kanepeye oturur, içerisinde bulunduğunuz odanın haline bakarsınız. şu tabloda ne var, televizyonun markası ne, manzara nasıl, duvarlar ne renk gibi gereksiz ayrıntılarla uğraşırken kafanızı kaşıma amaçlı kolunuzu hareket ettirirsiniz ve kırılma noktası orada başlar. dirseğinizde soğuk bir dokunuş hissedersiniz, boğuk bir ses duyarsınız, "vıvıvıvı" şeklinde vazonun yuvarlanışı ve kayışını izler durursunuz. sonrasında, o dededen yadigar kalmış vazonun, kendini sehpanın üzerinden yere doğru bırakışını şaşkınla karışık korkuyla izlersiniz. sonra o tek parça duran vazo, bir anda binbir parçaya ayrılır, büyük parçalarla küçük parçalar yerlere saçılır. donup kalırsınız, bir şeyde söyleyemezsiniz. söyleseniz hele:
- efendim, vazonuzu kırdım.
+ çok güzel biz de atmayı düşünüyorduk.
neyse, o kırılma sesinin ev sahibine ulaşmaması umuduyla bekler ve salaklığınıza küfredersiniz fakat burada klişe bir durumlar karşılaşırsınız. ev sahibi bu sesi duymuştur. direkt evin hanımı gelir, parçaları tek bir taraftar toplar, sıkılmış bir insan edasıyla "off tamam sorun yok siz devam edin" der. direkt sadede gelip gitmek istersiniz çünkü ev sahipleri size pek iyi gözle bakmamaktadır. ayrıca onların gözü önündeki profiliniz "dikkatsiz"den öteye gidemez. asıl konuya geçer, anlatır anlatır durursunuz. o sırada evin hanımı size portakal suyu getirir, damla damla içer ve yarısına geldiğinde bırakırsınız ve kalkmanız gerektiğine işaret edersiniz. o portakal suyunu bitiremezsiniz, ayıp olur, ev sahibi "ne arsız insanlarmış" der hakkınızda. neyse, evin çocuğu hariç herkes kapıda toplanır, ayakkabınızı hızlıca giymeye çalışırsınız. ayakkabı giyme faslı bittikten sonra, ev sahibine döner, sizi ağırladığı için teşekkür eder, iyi günler dilersiniz. ev sahibide size soğuk bir sesle ve donuk bir gülüşle "iyi günler" der, kapıyı arkanızdan sertçe çarpar. neden mi sertçe çarpar? kurtulmuştur sizin gibi bir sakardan, evi dağıtan kirleten, her işi yüzüne gözüne bulaştıran. neyse, sonrasında ne kadar salak olduğunuzu bir kere daha düşünürsünüz. bu olay kafanızda yer edinir, çünkü kişiliğiniz hiç tanımadığız biri tarafından "sakar budala" damgasını yemiştir. biraz utançla, nereye gitmeniz gerekirse oraya gidersiniz.
kısacası, insasın hem utandıran hem de güldüren bir anıya sahip olursunuz.