işte, mühimmat dolu depolar. hep yapmak istediğine birkaç adım uzaksın. yanlış! bunu birinin yapmasını istiyorsun. hep bunu istedin. çünkü yapmak istediklerini hep başkaları yaptı. doğrul! bu bir yaşam, sakin ol, geçer gider. dünya tuhaf. onlarca saçmalığın bir araya gelmesi büyük bir mucize. dünya tuhaf bir mucize. saçma olduğunu unutma. cümleler de saçma. baksana yazdıklarına. her şey çok saçma. ama tüm gün gördüğün çocuk cesetleri gerçek. üst üste yığılmış tuğlaların arasından, saçlarında sokak oyunlarından kalma tozların yerine oluk oluk akan bombardıman kanları var. acı olduğu için gerçekten kaçıyorsun. öylesine kaçıyorsun ki her şeyden, hayal bile kuramıyorsun. onca acı varken neyi düşler ki insan? sakin! ‘acının boyutu yok’ dedi. halbuki ben çektiğim acılardan bile utandım. bu da gerçek.
çok düşündün. ya da düşündüğünü sandın. önce kelimeler ağırlaştı. sonra bedenin, zihnin, kalbin... yapma! derin uykuların sonu yok. belki terli kabuslar, karanlık tünelin ucunda…
yazdıklarının saçmalığı üzerine, belki de buraya bir cash şarkısı yakışırdı. keder içinde rock’n roll!
televizyonlar da tuhaf değil mi? eskiden kutuydu, şimdi incecik, levha gibi. şaşırıyor insan. haberlere nasıl dayanıyor? önce yalanı, sonra gerçeği vererek mi kandırıyor bizi? bir televizyon olsaydım, kesinlikle kederimden patlardım. açıldığı andan itibaren kabloların içinden kan akıyor belki, kim bilir? sen bilmezsin. sen hiçbir şey bilmezsin.
belki birgün eziyet ettiğimiz tüm eşyalar intikam alacak bizden. bir koltuk üzerimize oturacak mesela. bir çatal iştahla kalbimize saplanacak, bir bıçak çılgın gidiş gelişlerle bileğimizi kesecek. ruhlar! renklerin sesi gibi, eşyanın ruhu. sesi olan her şeyin ruhu var. gıcırtıya kulak ver. sağol!
şimdi belki buraya da güzel bir hooper resmi yakışabilirdi. ya da afili başka bir cümle. ama olmaz. saçmalığa aykırı. gerek yok.
sakin ol. sakin ol. sakin ol.
sakinsin. durgun akan bir nehir gibi. belki de akmayan, kurumaya yüz tutmuş bir gölet. zamanın içinde cebellenişin sadece seni ilgilendirir. senin dışında kimse bunu umursamaz. belki tanrı.
tanrı olduğunu düşündün mü hiç? farkında olmadan öylesin belki. kim bilir? sen bilmediğine göre kimse bilemez. peki öyle olsa? kendini koca dünyada istediğin yere koyabilecek kudretin olsaydı nereye koyardın? olduğun kişiden ötesini hayal edemiyorsun değil mi? yetinmek ruhuna işlemiş. tam bir orta sınıf alışkanlığı. sadece bunun için bile nefret edebilirsin kendinden. ama etme. şu koca dünyada nefret edilecek onca şey varken kendinden mi nefret edeceksin? yapma! adaletten nefret et mesela, zenginlikten, ya da nefretin kendisinden. ama kusamadığın nefretin zihninde kansere dönüşür, bunu unutma. kusabileceğin nefretlerin olsun. bu da olayı çok basite indirgiyor değil mi? off! ne tuhaf bir adamsın.
öylesine bir gölgelikte oturup biranı yudumladığın yere bak. etrafında ağaçlar, güzel kamelyalar, neşeli aileler ve umutlu çocuklar. aralarından en çok dikkatini çeken şey ne? gözleri şaşı, çıplak ayaklarıyla korkusuzca çimlerde ve toprak zeminde gezinen, her anının heyecanını iliklerine kadar yaşayan ve yaşatan, esmer tenli, tatlı kız. önce pembe renkli döner kaydırağa çıktı, kayması gereken yerden aşağı atladı. sonra tırmanması gereken merdivenden değil, korkuluklardan sarka sarka taşıdı kendisini yukarıya. ne tuhaf. sen ne düşünüyorsun? hiç mi? belki uzaktakileri… peki kimin aklındasın? zihninde onlarca tilki. ancak sen tilki bile değilsin…
kendini bir yere veya bir insana ait hissediyor musun? hayır. bunu tahmin etmeliydim. bunu da tahmin etmeliydim. yaşamına dair her şeyi tahmin edebiliyor olmak canımı sıkıyor. ancak çıldıroba diye bir yeri ben bile tahmin edemezdim. orası… sonrası… çok acı…
sonu bilinen bir hikaye yazmak ne kadar gereksiz ve klişe. tanrım!
yaşam değil mi bu? giriş; doğum, gelişme; yaşam, sonuç; ölüm. sonucu bu olan hiçbir hikaye para etmiyor. halbuki senin gelişmen de olabildiğine tırt. ben olsam küserdim, tanrıya. gerçi senin küsüşlerin de beş para etmiyor. küstün mü kaçıyorsun şehirden. aynı kinlerin gibi. kinin de yok gerçi. belki zamanla özleme dönüşen öfkeler. bak mesela, yaşayan milyarlarca insanın hiç birinin öfkesi özleme dönüşmez. ama ben sen değilim, sen ben değilsin. biz seninle ancak aynada karşılaşırız. bana da öfke duyuyorsun değil mi? ama gittim mi özleyeceksin, bu da gerçek. geceleri sadece sesimi duyuyorsun şimdilik, hepsi bu.
şimdi, son anına dön. seni ancak sızdığın o koltuk kabul eder. sığın koynuna, gömül karanlığa…
sırf başlayıp bitirebildiğin bir hikayen olsun diye… bıktın ardında yarım kalmış hikayeler taşımaktan. çünkü bizzat sen, yarım kalmış bir niyetisin.
hayat, sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer… yersen...
korkulardan arın da gel
bu bir yaşam…
sakin ol,
geçer gider…