daha dün döndüm ben bu gözü yaşlı şehirden. havasıyla, yapısıyla, kararmış duvarları ve binalarıyla, merdivenleriyle, anıtları ve heykelleriyle, varagel tüneli'yle, şehrin orta yerindeki kömür madenleriyle, tüm gürültüsü ve ihtişamıyla çalışan bantların üstünde bir o yana bir bu yana savrulan kara elmaslarıyla, hepsinden ziyade gözlerinden yorgunluk ve cefa akan yurttaşlarıyla çok duygulandırdı beni bu şehir. vaktiyle kara elması yüzünden fransız işgaline uğramış ve bu sebeple fener yolu ya da fener olarak anılan bölgedeki fransız yapılanmalarıyla da ekstra ilgimi çekmiş bir şehir.
çok yoğun hislerle döndüm istanbul'a. şehrin nostaljisi, unutulacak cinsten değil. belki de birçok kişi bu şehrin kasvetine bakınca bir an önce gitmek istemiş olabilir; haklılar da. ama şehrin ruhunu hissedince ve bu şehirde doğup büyümüş kişilerden şehri dinleyince, sempati beslemek pek tabii mümkün oluyor.
yitip giden onca emekçisiyle, grizu yüzünden pörsümüş ciğerleriyle köşe başlarında dalgın dalgın duran omuzları çökük emekli madencileriyle, göz yaşartıyor bu güzel yurdum şehri.
yapılanması da çok acayip bir şehir.
denizi bıçak gibi kesen kayalıklarıyla, semaya uzanan dağları ve tepeleriyle, yeşiliyle, müştemilat yapılarıyla, ocaklardaki tarihi çelik konstrüksiyonlarıyla, her bir noktasını saran demir ağlarıyla, vagonlarıyla, lokalleriyle, merkezdeki enteresan formdaki üç-beş noktaya dağılan köprüsüyle, kozlu'daki beş farklı akaryakıt firmasına ait istasyonlarının tek bir beton zemin üstünde birbirine bitişik olmasıyla, çok acayip bu şehir.
daha önce de zogundak'a gitmiş, ama mevcut aklımla ve hevesimle şehri daha bir idrak etmiş ben, zonguldak'ı çok sevdim. en çok da, şu heykeli sevdim.
o kadar anlamlı ki..
yerin altında bir emekçi ve bin bir emekle elleriyle yeryüzüne çıkardığı kara elmas..
velhasıl, gidin ve görün. bu şehri, hissedin. yurttaşlarının gözlerinin içine bakarak, ikram ettikleri çayı için.