(ilk bölümün devamı)
" bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana
kaçacak çok fırsat bırakır. insanın kendi dünyası bencillik üzerine
kuruludur. benlik, bencillikten türemiştir. teori diye tanımlanan hareket,
insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. işte insanoğlu harekete
saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada
bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. teoride yenik düşmek, eğer
teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. ben sevdalarıma hiç
yenilmedim"
sessizlik oldu. kulaklarımı diktim sessizliğe. felsefenin temel
ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. işıklar söndü,
herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. birkaç gece geçti.
koğuş sorumlusu mehdi'yi istedi yanına. ajan olup olmadığını dışarıdan
sorgulamıştı. hiçbir kayıt yoktu. direk sorgu yapacaktı. havalandırma
sırasında ben, mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı mehdi.
"peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir
aşka bağlayıp nasıl sonladın mehdi " dedi koğuş sorumlusu.
"siz hiç beşiktaşlı oldunuz mu?" diye cevap verdi mehdi ve devam etti.
" yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik
veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. hayatı eğrisiyle
doğrusuyla yaşadık dibine kadar. ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği
doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi
olduk. bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. şimdi siz
başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil
kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. peki
kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz.
veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor" diye konuştu mehdi.
ben yanılmıştım. üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum,
makalelerim çıkmıştı dergilerde ama mehdi'nin beşiktaşlılık üzerine yaptığı
küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı
olduğunu bana göstermişti. ileriki günlerde mehdi o bize biraz sığ ve argo
jargonu ile beşiktaşlılığı anlattı. o zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, beşiktaşlılık
felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. şimdi
anlayabiliyorduk mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan,
seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde beşiktaş bu
kadar sevebilmesini. çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı
yakıyordu ve bağlıyordu beynini.
82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. kararı çıkan kendi memleketine
yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu.
mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar
hale gelmişti. çok idam vardı ve mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu.
bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan beşiktaş şampiyonluğa
koşuyordu.
akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken mehdi bir an önce
spor haberlerinin gelmesini bekliyordu.. yaza doğru karar çıktı, devlet
düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti
mehdi'nin. hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici
sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. bu tam bir yıkımdı. mehdi'yi
sakinleştirmek için yanına gittim. zaten sakindi ama hüzünlüydü.
"şimdi olacak şey mi bu müebbet. yani ben bir daha hiç beşiktaş maçı
seyredemeyecekmiyim şimdi?" dedi mehdi ve devam etti.
"birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. o benim sevdiğimin farkımda
bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim." mehdi
sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana.. yüzünü anlattı, ellerini anlattı,
gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. beynimde
zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne.
söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, mehdi'nin kızına.
karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. artık buralarda
kalmasının anlamı yoktu. nakil istedi. hemde kimselerin tahmin edemediği
bir yere, eskişehir'e. ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. ama
beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. idare seve seve kabul
etti,
bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti.
giderken sanki mahpusluğa değil, istanbuldan es-es deplasmanına giden
çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
otobüs geceyarısı samsun otogarına girdi. uykudan ağırlaşmış gözlerde
bir hüzün vardı. bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.
yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve
şoförlerin masasındaydı artık. biran önce otobüse dönüp mehdi'yi dinlemek
istiyorlardı.oysa mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine
cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.
"sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?"diye sordu şoför.adam kaldığı yerden
devam etti.
bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. üçer beşer yıl yatıp
çıkacaktık. bu sevince birde beşiktaş'ın eskişehiri 3-0 hükmen yenip
şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem mehdi'yi anmak, hemde şampiyonluğu
kutlamak için eğlence tertip ettik. bir hafta sonra bende ayrıldım
oradan.bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. ama eskişehir' den
inanılmaz haberler geliyordu. kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk.
mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa
merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler
gönderiyordu bana. ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık,
karalanmış ve silinmiş şekilde. silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu
yine.küçük bir isyan var diye duyduk eskişehir'de. içim içimden gitti
mehdi dedim. birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi
sonraları. ben tahliye oldum. mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile.
eskişehirdeki isyanı o başlatmış. o yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.
avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi.
çaresiz istanbul'a döndüm. içim içimi yiyordu. mehdi'yi bulamıyordum.
arkadaşlarını buldum, beşiktaş'ta. onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile.
birden karşıma o çıktı. o kız. mehdi'nin sevdiği kız, mehdi'yi sordu.
büyülenmiştim. konuşamadım bir süre. bir muhallebicide oturduk, uzun
uzun anlattım ona olup bitenleri. ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça.
sık görüşmeye başladık, bir süre sonra mehdi'den çok birbirimiz hakkında
konuşmaya başlamıştık.
adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu
bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. otobüs
karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı vakfıkebire
ulaşmışlardı.adam devam etti, "onunla evlendim. beşiktaş'ta ev tuttuk.
mehdi'den haber yoktu. işsizdim. zor geçiniyorduk. özal zamanına çabuk
uymuştu koğuş arkadaşlarım. reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular,
hepsi yolunu buldu. mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. hani o benlik
bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. nerede kalmıştı o yüce teoriler. hepsini
bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta,
adını koymakta tereddüt etmedik.
" mehdi"
onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. tribün tayfası olmuştum, bir iş
buldum sonraları.kalem katipliği gibi birşey belediyede. yıllar geçti,
mehdi'den haber yoktu. kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. ama
ben görmedim. izini sürmeyi bıraktım.yıllar geçti aradan. bu sene bir
maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür
gibi oldum sanki . saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum,
yetişemedim. o muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. tekrar aklıma düştü
mehdi.
araştırmaya koyuldum ve buldum onu. dosyasını çabuk çabuk okudum.
mardinde, antepte, bingölde yatmış. hastalanmış. yaralanmış. önceden suç
işlediği maddeler avrupa birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla
suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada rahşan hanım affından salıverilmiş.
demek doğruymuş, oymuş. sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım.
bulamadım. ta ki geçen haftaya kadar.
uyku çökmüştü otobüse.. artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.
ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu artvin. adam yorgunluktan
kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.
geçen hafta iki polis geldi evime. polis gelince bir korku aldı beni ,
mahpusluktan kalma alışkanlıkla. bir kağıt tutuşturdular elime. istinye
devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. ne için diye sordum, tesbit
dediler. ceketimi aldım çıktık. hastanenin bodrum katına indirdiler beni.
morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg
bekçisi beni. çarşafı kaldırdı, yatan mehdi'ydi. öylesine yaşlanmış,
saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.
"başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak,
kardeşinizmiş, allah sabırlar versin"
morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. yıllardır aradığım adam
karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . evrakları hazırladılar, işlemleri
yaptırdım. ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. doğum yeri
gözüme çarptı mehdi'nin. artvin. ertesi gün onu artvin'e götürüp gömmeye
karar verdim.
"peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin istanbul'da"dedi muavin.
"yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya
girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.
artvin otogarına girdi otobüs.. omuzlar üzerine alındı mehdi. yukarı
mahallede bir camiye götürdüler. otobüs yolcuları cemaat olmuştu. imam
sordu, "nasıl bilirdiniz?" hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.
yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla
mehdi. ama aşkı hiç ölmedi. istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir
örümcek ağıdır. ağlarına yalnız bahtsızlar takılır.. parası olmayanların
kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur
burası.