beşiktaşlı olmak

entry457 galeri video1
    41.
  1. not: bu entry harfi harfine ekşisözlük'ten kopyalanıp yapıştırılmıştır. çok beğendiğim bu yazıyı bizim sözlük yazarlarının da okumasını istedim. herhangi bir alın teri ve emeğim yoktur. eksisözlük'teki arkadaşın affına sığınarak bizim sözlüğe aldım. (entry çok uzun olduğu için 2 ye bölmek zorunda kaldım)

    mehdi

    istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. ağlarına
    yalnız bahtsızlar takılır. parası olmayanların kaderleri değişmese de
    yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. hele öğlen kalkan
    yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin
    ilk test yeri yine bu otogardır.

    öğlen ezanı okunuyordu.nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,
    ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya
    çalışıyorlardı. artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir
    fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. muavin bagaj kapaklarını
    kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan
    uzatıp bağırdı.

    "22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. tam o sırada bir ambulans
    yanaştı yan perona. ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.
    muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "bagaj var mı?" muavin. adam
    "yok, ama cenazem var" dedi. muavin yıkıldı. çünkü ağzına kadar dolu
    bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. peron zili çalıyor ama
    artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. tabut orta kısma sürüldü,
    ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. yolcular cama dayanmış, efkarlı
    gözlerle izliyordu olan biteni. terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı
    buyur etti içeri, otobüs yola düştü.

    22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. müsade isteyip yerine oturdu.
    yanındaki yolcu merakını kustu hemen," allah rahmet eylesin, yakının
    mıydı?"

    adam düşündü uzun uzun,
    "mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip,
    " kardeşim di" dedi. otobüs köprü üzerinden geçiyordu. adam içinden, "
    mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. uzun yol başlıyordu.

    adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı.
    sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.

    " kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. adam,
    "tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
    "yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı
    yolcu.
    "kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
    "ya nasıl" dedi yolcu..

    uzun bir sohbet başlıyordu, otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.

    mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. alt
    koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. orada kavga çıkınca
    bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters
    olduğundan kimse yüzüne bakmadı mehdi'nin. en dipte benim ranzanın
    sağ altına yatırdılar onu.. birkaç ay kimseyle konuşmadı. yemek yaptı,
    topladı, çay dağıttı. havalandırmada yalnız dolaşırdı. koğuş eğitimlerimize
    katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.

    anladım ki fraksiyoncu filan değil. bir harita metod defterine
    gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. her koğuş baskınında
    jandarma o
    defteri bulur yırtardı. bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
    defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. bir
    sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya
    attım. jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca mehdi hayretler
    içinde kaldı.
    ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler
    yapıştırdığını. herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme
    yapıyorudur diye
    düşünüyordum. öyle ya jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri.
    işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. gözlerime inanamamıştım.

    koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara
    sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası
    varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar beşiktaş ile ilgili haber varsa
    kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. resimlerin kimilerinin üzerinde domates
    çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş
    buruşukluktaydı. ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin
    altı çizilmişti.

    ilginç gelmişti bana mehdi.

    bir sabah yoklamasında yanında durdum. pantolunuma soktuğum defteri
    arkadansıkıştırdım eline. şaşırdı. çocuk gibi sevindi. teşekkür
    etmek istedi, konuşmadım onunla. ajan damgası yiyebilirdim koğuşta.
    havalandırmada yolumu kesti.

    "sağol" dedi. sigara tuttum ona. çömeldik.
    "kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
    "vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi mehdi.
    "peki anlat o zaman" dedim.
    "kimseye demek yok ama, söz mü" dedi.
    "söz" dedim.

    eylül 80 yılıydı. malum stad bir tane. ülke bir savaş yaşıyor ama bizim
    derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz
    kapalının kapısında. kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde
    yarım somun ekmek. baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz
    maçka tarafına, dolmabahçeye, spor sergiye. ben gece üç gibi maçkadayım.
    motorcular geliyordu aşağıdan. son seferinde karşıdan grup indirmiş,
    nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. bıçkın delikanlıyız o zamanlar,
    semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. bir o sokağa dalıyorum, bir bu
    sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. allah dedim,
    çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. on kişiydiler, dayak yerim ama hiç
    olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi
    kaçamaya başladılar, bende arkalarından. meğer benim hemen arkamda polis
    varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından
    koşuyor.

    girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala
    bana teslim oldular diye havalardayım, polis arkadan ışık tutunca uyandım,
    elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye
    bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.

    çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis
    minibüsünde gayrettepeye vardık. nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık.
    çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm
    kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. nezarette
    çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan
    biri. uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. durumu anlattım güldü
    bana. rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size
    dedi. ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne,
    dağıldı ağzı burnu.

    apar topar çıkardılar dışarı. tehditler savurdu bana. hadi lan ikile,
    kodumun hırsızı dedim arkasından. sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,
    teker. sıra bana geldi. klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi
    verip gideceğim maça. aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,
    oturdu
    karşımda. burnu tamponlu, sargı içinde. noldu lan yetmedi dedim.
    koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. sivilmiş meğer, nezaretten
    laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.

    diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun
    davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. maç gitti, ama asıl
    giden benim hayatımdı. asker ertesi gün darbe yaptı. memurun raporuna göre
    hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. darbenin ilk günlerinde kurulan
    mahkemelere çıkartıldım.

    konuşturmadılar bile. sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. her koğuş
    derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. bende kimseyle konuşmamaya
    başladım. dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama
    yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.

    bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık
    oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse beşiktaş abuk
    subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı,
    bıktım, ağzımda diş kalmadı.

    otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. yolcuya
    kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir
    vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. adam aşağı indi, bir sigara yaktı.
    hava soğumaya başlamıştı. bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. ölüler üşümezdi
    oysa.

    çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. ananons
    yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. meraklı kulaklar dikildi, vcd'de
    oynayan filmi
    kimse seyretmez olmuştu. adam devam etti.

    mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. ben. okumamıştı, ama hayat onu
    yetiştirmişti. bize katıl dedim ona. anlamam o işlerden, sevmem o işleri
    dedi. olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış
    bizimle dedim. koğuş sorumlumuza durumu anlattım. ajan olabilir dedi. ben
    kefil oldum mehdi'ye. oturdu o akşam bizimle. kısmetsiz mehdi'nin ilk
    geceside şanssız başlamıştı aramızda. okuma yapılacaktı. zuladan kitaplar
    çıktı. herkes harıl harıl okumaya başladı. yan gözle mehdi'yi
    seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita
    metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. ama onu
    bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma
    yapılacaktı geceyarısı.

    okuma bitti. bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara
    yanıt veriyordu. sıra mehdi'ye geldi. ben gözlerimi kapadım, çıkacak
    cümbüşü ve mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma
    gelecekleri düşünüyordum. koğuş sorumlusu sordu " mehdi, teoride yenilmek
    kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . ben yer yarılsada içine girsem
    diye düşünürken mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı
    tıkadım.
    5 ...