not: bu entry harfi harfine ekşisözlük'ten kopyalanıp yapıştırılmıştır. çok beğendiğim bu yazıyı bizim sözlük yazarlarının da okumasını istedim. herhangi bir alın teri ve emeğim yoktur. eksisözlük'teki arkadaşın affına sığınarak bizim sözlüğe aldım. (entry çok uzun olduğu için 2 ye bölmek zorunda kaldım)
mehdi
istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. ağlarına
yalnız bahtsızlar takılır. parası olmayanların kaderleri değişmese de
yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. hele öğlen kalkan
yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin
ilk test yeri yine bu otogardır.
öğlen ezanı okunuyordu.nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,
ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya
çalışıyorlardı. artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir
fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. muavin bagaj kapaklarını
kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan
uzatıp bağırdı.
"22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. tam o sırada bir ambulans
yanaştı yan perona. ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.
muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "bagaj var mı?" muavin. adam
"yok, ama cenazem var" dedi. muavin yıkıldı. çünkü ağzına kadar dolu
bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. peron zili çalıyor ama
artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. tabut orta kısma sürüldü,
ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. yolcular cama dayanmış, efkarlı
gözlerle izliyordu olan biteni. terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı
buyur etti içeri, otobüs yola düştü.
22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. müsade isteyip yerine oturdu.
yanındaki yolcu merakını kustu hemen," allah rahmet eylesin, yakının
mıydı?"
adam düşündü uzun uzun,
"mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip,
" kardeşim di" dedi. otobüs köprü üzerinden geçiyordu. adam içinden, "
mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. uzun yol başlıyordu.
adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı.
sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.
" kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. adam,
"tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
"yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı
yolcu.
"kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
"ya nasıl" dedi yolcu..
uzun bir sohbet başlıyordu, otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.
mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. alt
koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. orada kavga çıkınca
bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters
olduğundan kimse yüzüne bakmadı mehdi'nin. en dipte benim ranzanın
sağ altına yatırdılar onu.. birkaç ay kimseyle konuşmadı. yemek yaptı,
topladı, çay dağıttı. havalandırmada yalnız dolaşırdı. koğuş eğitimlerimize
katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.
anladım ki fraksiyoncu filan değil. bir harita metod defterine
gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. her koğuş baskınında
jandarma o
defteri bulur yırtardı. bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. bir
sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya
attım. jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca mehdi hayretler
içinde kaldı.
ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler
yapıştırdığını. herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme
yapıyorudur diye
düşünüyordum. öyle ya jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri.
işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. gözlerime inanamamıştım.
koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara
sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası
varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar beşiktaş ile ilgili haber varsa
kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. resimlerin kimilerinin üzerinde domates
çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş
buruşukluktaydı. ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin
altı çizilmişti.
ilginç gelmişti bana mehdi.
bir sabah yoklamasında yanında durdum. pantolunuma soktuğum defteri
arkadansıkıştırdım eline. şaşırdı. çocuk gibi sevindi. teşekkür
etmek istedi, konuşmadım onunla. ajan damgası yiyebilirdim koğuşta.
havalandırmada yolumu kesti.
"sağol" dedi. sigara tuttum ona. çömeldik.
"kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
"vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi mehdi.
"peki anlat o zaman" dedim.
"kimseye demek yok ama, söz mü" dedi.
"söz" dedim.
eylül 80 yılıydı. malum stad bir tane. ülke bir savaş yaşıyor ama bizim
derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz
kapalının kapısında. kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde
yarım somun ekmek. baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz
maçka tarafına, dolmabahçeye, spor sergiye. ben gece üç gibi maçkadayım.
motorcular geliyordu aşağıdan. son seferinde karşıdan grup indirmiş,
nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. bıçkın delikanlıyız o zamanlar,
semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. bir o sokağa dalıyorum, bir bu
sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. allah dedim,
çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. on kişiydiler, dayak yerim ama hiç
olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi
kaçamaya başladılar, bende arkalarından. meğer benim hemen arkamda polis
varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından
koşuyor.
girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala
bana teslim oldular diye havalardayım, polis arkadan ışık tutunca uyandım,
elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye
bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.
çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis
minibüsünde gayrettepeye vardık. nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık.
çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm
kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. nezarette
çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan
biri. uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. durumu anlattım güldü
bana. rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size
dedi. ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne,
dağıldı ağzı burnu.
apar topar çıkardılar dışarı. tehditler savurdu bana. hadi lan ikile,
kodumun hırsızı dedim arkasından. sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,
teker. sıra bana geldi. klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi
verip gideceğim maça. aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,
oturdu
karşımda. burnu tamponlu, sargı içinde. noldu lan yetmedi dedim.
koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. sivilmiş meğer, nezaretten
laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.
diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun
davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. maç gitti, ama asıl
giden benim hayatımdı. asker ertesi gün darbe yaptı. memurun raporuna göre
hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. darbenin ilk günlerinde kurulan
mahkemelere çıkartıldım.
konuşturmadılar bile. sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. her koğuş
derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. bende kimseyle konuşmamaya
başladım. dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama
yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.
bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık
oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse beşiktaş abuk
subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı,
bıktım, ağzımda diş kalmadı.
otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. yolcuya
kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir
vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. adam aşağı indi, bir sigara yaktı.
hava soğumaya başlamıştı. bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. ölüler üşümezdi
oysa.
çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. ananons
yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. meraklı kulaklar dikildi, vcd'de
oynayan filmi
kimse seyretmez olmuştu. adam devam etti.
mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. ben. okumamıştı, ama hayat onu
yetiştirmişti. bize katıl dedim ona. anlamam o işlerden, sevmem o işleri
dedi. olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış
bizimle dedim. koğuş sorumlumuza durumu anlattım. ajan olabilir dedi. ben
kefil oldum mehdi'ye. oturdu o akşam bizimle. kısmetsiz mehdi'nin ilk
geceside şanssız başlamıştı aramızda. okuma yapılacaktı. zuladan kitaplar
çıktı. herkes harıl harıl okumaya başladı. yan gözle mehdi'yi
seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita
metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. ama onu
bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma
yapılacaktı geceyarısı.
okuma bitti. bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara
yanıt veriyordu. sıra mehdi'ye geldi. ben gözlerimi kapadım, çıkacak
cümbüşü ve mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma
gelecekleri düşünüyordum. koğuş sorumlusu sordu " mehdi, teoride yenilmek
kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . ben yer yarılsada içine girsem
diye düşünürken mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı
tıkadım.