bugün kiraladığım bisikletle moda burnundayım, moda sahilini aşıp hayatımda hiç oraya gitmemiştim. oraya girdiğim andan itibaren sanki gezegen değişti. daha marjinal bir topluluk, daha zengin bir muhit, daha büyük ve mutlu bir kalabalık.
orada tek mutsuz olan benmişim gibi düşünecek kadar mutluydu kalabalık. üçer, beşer, onarlı gruplar halinde sohbet edip içen gençler hallerinden fazlaca memnun gözüküyordu. birisi gözüme çarptı sadece. onu görünce gördüğüm herkes birden yok oldu sanki. bir genç kayaların üzerinde iki büklüm olmuş, yalnız başına ağlıyordu. yanına gidip nesi olduğunu sordum. cevabını anlamadım, ama gülerek cevap verdi. büyük bir sorunu olmadığı belliydi, sonra arkadaşı gelince iyi geceler dileyerek oradan ayrıldım. ilerledim.
yerleşimin ve lüksün arttığı daha sakin, göründüğü kadarıyla daha kültürlü insanlar vardı bu tarafta. kalabalık azdı, gürültü ve heyecan daha azdı. güzel bir dinginlik hakimdi tüm yeşilliğe ve simsiyah denize.
bisikletimle ilerlerken kulağıma bir müzik sesi geldi. tüm topluluktan tamamen ayrı olan bir kadın ve bir erkek, huzur ve tatmin içinde kendi müziklerini icra ediyorlardı. kadın keman, adam akordeon çalıyordu.
bisikletim yaya yolunu kapatmasın diye çimenlere ilerledim, müziğin sesine yaklaştım ve bir süre ruhumun sefil bedenimi terk etmesine izin verdim. denizi ve müzisyenleri izlerken hiç yaşamadığım ve yaşayamayacağım hayatlar gözümün önünden geçip gidiyordu. bu sıralar, ne kadar güzelliğe şahit olduysam o kadar hüzne boğuluyordum. çünkü hiçbirine sahip olamamıştım. ne bir yeteneğim vardı ne de bir değerim. maddi olarak zaten olmayan varlığım, manevi olarak da beni şüpheye sokmuştu son zamanlarda.
müzik bitti. başımı öne eğdim ve kötü olan her şeyi düşündüm. sahip olmak istediğim şey para değildi. bu kadar basit olamazdım. istediğim şey yaşamak için ömrümü verdiğim işlere mecbur olmama özgürlüğüydü. hayata gözlerimi bu kadar açmışken, bu günümüz köleliğine kurban olmak, yaşamam için bana gereken bütün maneviyatımı fareler gibi kemiriyordu.
başım önde yere bakarken bir karınca sürüsüyle karşılaştım. onları görmekte zorluk çekiyordum belki, ama her biri benden büyüktüler bu hayatta.
müzisyenler bir sonraki parçalarına geçtiler. bu hüzne daha fazla katlanamayacağımı kendime söyledim. müzisyenleri tebrik ederek oradan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım.
giderken içimde dostoyevski tarzı bir kaybetmişlik vardı. bunalımlarım yüzünden, yetersizliklerim yüzünden yaşayamadan ölmek istemiyorum. madem geldim, biraz yaşasam ne olurdu sanki.
geldiğim yere geri döndüm. sadece iki saatliğine benim olan bisikletimi yerine teslim ettim. benim olmayan taksimle, benim olmayan evime gittim.
şimdi bana ait olan sefil yatağımdan ve telefonumdan yazıyorum. savaşacak gücüm kalmadı. elbet bu acılar son bulacak.o zamana dek yazmaya devam edeceğim. sevgiler.