11 nisan 1985'de, annesinin "sabah ezanına müteakip." diye tanımladığı bir saatte dünyaya geldi. ne yazık ki bu tanımlamaya aykırı olarak çok da mübarek bir insan olmadığının anlaşılması uzun sürmedi.
ayrıca doğumu günün ilk ışıklarına tekabül ettiğinden midir bilinmez; hayatı boyunca sabahları sevemedi.
ailesinin ilk ve tek çocuğu olduğundan abartılı bir koruma iç güdüsü doğrultusunda yetiştirildi. buna paralel olarak sokakta başka çocuklarla oynamasına izin verilmedi. bakkala ekmek almaya da gönderilmedi. çocukluğunu balkondan su tabancasıyla aşağıda, evlerinin önünde oynayan çocukları ve her gün sokaktan geçen sütçüyü ıslatarak geçirdi. (alınan haberlere göre sütçü hala kendisini aramakta.)
1988 yılında kuzenine "orospu !" diyerek ilk ağır küfürünü sarf etti.
4 yaşını tamamladığında sosyal olarak bir saksıdan bir tık daha gelişmiş iletişim becerilerine sahip bir çocuk haline gelmişti. çalışan bir anne babanın çocuğu olmasından dolayı o yaşlarda kendisine daha çok anneannesi veya babaannesi bakmaktaydı. ancak aynı senelerde vizyona giren chucky serisinin ailesinde yarattığı tedirginlik sonucu hem kendi sosyal gelişimi hem de etrafındakilerin can sağlığı için 1989 senesinde anaokuluna gönderildi.
iki yıl boyunca her sabah "gitmiceeeem !" diye ağlayarak annesinin kolundan çeke çeke anaokuluna gitti. aynı dönemde annesi de sayıları hızla artan beyaz saç telleri kamufle etmek amacıyla saç boyası kullanmaya başladı.
anaokulunda verilen yemekleri asla yemedi. (sadece ağzına attı, çiğnedi ve kimseye çaktırmadan masanın altına tükürdü.) oyuncaklarını başka çocukların kafalarına atmak dışında asla paylaşmadı. kızların saçlarını çekti, ki bu özelliği ilerleyen yıllar itibariyle hafiften bir saç fetişizmine dönüşecekti...
aynı sene legolarla oynarken kaldıracı keşfetti.
ilerleyen yaşı itibariyle futbola ilgisi "bizim takım beyazlılar mıydı ?" seviyesine gerileyen dedesinden kalan bir miras olarak babası da bir beşiktaş taraftarıydı. bunun bir sonucu olarak 1990 yılında dedesi ve babasıyla birlikte futbol maçlarını izlemeye başladı. o dönemler futboldan pek anlamasa da genetik yapısı itibariyle kısa sürede en fenasından bir beşiktaş taraftarına dönüştü.
1991 yılında ilkokula başladı. eğitimci bir anne babanın oğlu olması, eğitim hayatının daha o yıllarında bile kendisinden beklentileri bir hayli arttırmaktaydı. üstüne üstlük kendisiyle aşağı yukarı aynı yaşta olan kuzenleri de adeta bir mozart çıkmış, kısa sürede kendilerinden "ay vallahi çok zeki bu çocuklar, maşallah. dersleri de hep yıldızlı pekiyi zaten." diye bahsettirir olmuşlardı. eğitim hayatına tüm bu baskılar altında başlamasının bir sonucu olarak derslerine içgüdüsel bir tepki geliştirdi. düşük notları eğitim hayatının ilk yılları itibariyle çok önemsenmese de ilerleyen zamanlarda ciddi bir travma haline gelecekti.
ayrıca ilköğretim hayatı boyunca kızların saçını çekmeye devam etti.
1992 yılında ofsayt kuralını öğrendi.
1993 yılında bir galatasaray - beşiktaş maçı esnasından kendisini kızdıran galatasaraylı eniştesinin kafasına sandalye fırlatacakken son anda annesi tarafından durduruldu.
1995 yılında aldığı "999.999 in 1" atari kasediyle hayatının en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşadı. bu acı olaydan sonra insanlara karşı mesafeli ve güvensiz bir insan oldu.
1996 yılında ilkokul 5. sınıfı tamamladı ve o dönemki eğitim sistemi gereği anadolu lisesi sınavına girdi. yapılan sınav sonucunda bursa turhan tayan anadolu lisesini kazanarak "aslında çok zeki çocuk ama çalışmıyor." mertebesine yükseldi. zira kazandığı okul o dönemlerde yüksek puanlı anadolu liselerinden biri değildi, ama anadolu lisesiydi işte... velhasıl bu sınavı böylelikle kotarmış oldu.
ortaöğretim ve lise yılları boyunca notları hiç bir zaman yüksek olmadı. ama cebren ve hileyle eğitim sistemini alt etmesi fazla zamanını almadı ve çok da yüksek olmayan notlarına rağmen eğitim hayatına devam etti. bu zaman süresi boyunca annesi saç boyası kullanmayı sürdürdü.
1998 yılını fifa 98 oynayarak geçirdi.
1999 yılında babasının ve komşularının "gürültü" diye tanımladığı şarkılar dinlemeye başladı. aynı dönemde dolabındaki siyah t-shirtlerin fazlalığı dikkat çekmekteydi.
17 ağustos 1999 gecesi, türkiye 7.5 büyüklüğündeki depremle sarsılırken o annesinin tüm çabalarına rağmen uyanamadı.
2003 yılının büyük bir kısmını öss gerilimi ile geçirdi. aslında bu süreçte oğullarının iyi bir üniversite eğitimi almasına dair ümitleri her geçen gün biraz daha azalan ailesi, asıl stress yükünü sırtlayan taraf oldu. ancak "zeki ama çalışmıyor. azıcık çalışsa yapar, ama çalışmıyor işte." kontenjanından öss'yi de kotararak bir sürprize daha imza attı.
2003 yılının eylül ayında "aman yeeaa, üniversiteye de kapağı attık. bundan sonrası kolay artık." diyerek, uludağ üniversitesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi, ekonometri bölümüne kaydını yaptırdı. ne yazık ki bundan sonrası o kadar da kolay olmadı...
üniversite hayatı tahmin ettiğinden çok daha hareketli geçti. bu süre zarfı boyunca pek çok kötü alışkanlık edindi ve edindiği bu kötü alışkanlıkların hepsini de çok sevdi.
2004 yılında sağda solda komünist komünist konuşup milletin kafasını ütülemeye başladı.
aynı yılın yaz aylarında arkadaşlarıyla keyifli bir bodrum tatili geçirmekteydi. ancak alkolü fazla kaçırdığı bir gece en yakın arkadaşıyla kavga edip ilk otobüsle bursaya döndü. bu olaydan sonra bir zamanlar "en yakın arkadaşım" diye insanlara tanıttığı o adamla hiç konuşmadı ve bu durumdan dolayı asla bir suçluluk veya pişmanlık hissetmedi.
2005 yılı itibariyle yurdum üniversite öğrencisi profiline tamamen uyum sağlamıştı. diğer taraftan transkriptindeki FF'li notlar ve "aman kanka, boşver uyu. seneye veririz nasıl olsa." diyerek kale bile almayıp girmediği sınavların sayısı hızla artmaktaydı.
2006 yılında bir toplu taşıma aracında genç bir adam babasına yer verince babasının yaşlandığını fark etti ve ilk kez babasının ölümünden korktu. aynı dönemde bir kozmetik mücizesi olarak annesi 30'lu yaşlarının başında göstermekteydi. bu nedenle annesiyle kavga etmeye devam etti.
2007 yılında sınav notlarına bakmak için uludağ üniversitesinin internet sitesine girmeye çalışırken kendisini yanlışlıkla uludağ sözlükte buldu ve "neymiş lan bu uludağ sözlük ?" diyerek yazmaya başladı.
2007 yılının sonlarına kadar duygusal açıdan tam bir odun olmasına rağmen birden bire fena halde aşık oldu. aşk acısı, gençlik sanrıları ve gelecek kaygısı falan derken kısa süreliğine de olsa kavak yelleri dizisi tadında salak bir hayat yaşadı. bu dönemde biraz aklı beş karış havada olduğundan, biraz da murphy yasaları gereği her işi ters gitti. olan bitenin sonunda okulu uzadı.
2008 yılı boyunca kendine dair kompleksleri hat safhada olmasına rağmen pasif agresif bir ruh hali ile sinirini etrafındakilerden çıkardı. artık "bonone yaa ! götmöcem halamlara falan !!" gibi cümleleri daha sık kurmaya başladı.
2008 yılının yaz aylarına doğru uludağ üniversitesi, ekonometri bölümünden mezun oldu. aynı dönemlerde doğal habitatı olan bursa fena halde kabak tadı vermeye başlamıştı. bu kıytırık şehirden kaçmak için bir kılıf uydurdu ve sanki akademik gelişimi çok da umrundaymış gibi yüksek lisans gibi idealist düşüncelere sardırdı.
2008 son baharında kendisini özgürlüğün başkentinde, elinde lisans diplomasıyla, bir iş ve kalacak bir ev ararken buldu. ancak ne iyi bir iş için yüksek mevkilerde tanıdıkları ve de güzel bir evin kirasını ödemek için yeterince parası vardı. buna ek olarak istanbul son derece orospu bir şehirdi.
2009 yılına istanbul'da, kırık dökük bir evde, elinde bir şişe tekilayla, tek başına ağlayarak girdi... bir yandan galatasaray üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimine devam etmekte diğer yandan da yüksek egolu ve takım elbiseli adamların arasında anlamsız bir kariyer yolunda cebelleşmekteydi.
2009 yılı boyunca murphy yasaları işlemeye devam etti . ciddi bir mide rahatsızlığı geçirdi. ardından evine hırsız girdi. cüzdanını kaybetti. yağmurda yürürken yanından geçen taksiler hep üzerine çamur sıçrattı. bineceği otobüs hep tam o binecekken hareket edip onu peşinden koşturdu... sonra yine aşık oldu... birkaç ay sonra da aşık olduğu kızın evlilik haberini birinci ağızdan duydu.
2010 yılının ilk çeyreğinde, sinirini çalıştığı iş yerideki bir yöneticisinden çıkarınca iş hayatıyla ilgili altın değerinde bir ders aldı. çocukluğunu yaşar ustayı izleyerek geçirmiş bir genç olarak "sen mi büyüksün ? hayır ben büyüğüm !" diyerek istifa etti. Aynı arabesk ruh hali içinde burhan çaçan gibi "niirden geldiiim istaaanbul'aaa !?.." diye eve yürürken telefonu başka bir iş teklifi için çaldı ve o gün ilk kez "ulan kapitalizm aslında o kadar da kötü bi şey değilmiş galiba." dedi.
2011 yılında kedisiyle kavga etti. durumu bir kaç hafif sıyrıkla atlattı.
2012 itibariyle amerikan filmlerindeki kötü kalpli plaza insanlarından biri haline gelmişti. vücudu artık takım elbiseyi yadırgamıyordu. gazeteyi spor sayfasından değil ekonomi sayfasından okumaya başlamıştı. iş yerinde yöneticilerine karşı kaypak ve yavşak, altında çalışanlara karşı ise alçaktı. karıya kıza sarktığı gibi içkisi ve kumarı da vardı. tabiki evren bu kadar itliğe karşı kayıtsız kalamazdı ve cevabını askerlik celp kağıdıyla verdi
askerliğini samsun'da kısa dönem er olarak yaptıktan sonra 2013 yılının başında terhis oldu. askerden gelen her erkeğin girdiği haleti ruhiye ile kendini dünyayı kurtarmaya hazır hissediyordu. eski iş yerinden aldığı teklife "evet" dedi. gündüzleri şirketin ceo'su olarak önemli icraatların altına imza atmak geceleri ise bir süper kahraman olarak sokakları suçlulardan temizlemek istiyordu.
ancak bu sonsuz taleplerine kayıtsız kalamayan karma "çüş" dedi. hatta "ne ceo'su lan ?!" diye de ekledi... hırslı, inatçı, idealist ve bir o kadar dengesiz kişiliği onu kariyerinin 3'üncü yaşar usta vakasına sürüklüyordu. küçük çaplı bir sinir krizini yine bir istifa takip etti. fakat söz konusu istifa kararını türkiye'nin büyük holdinglerinden birinin iş teklifi takip etti. evet, vay şanslı pezevenk...
2014 yılına girdiğinde, askerlik dönemi boyunca biriktirdiği hırslarını istanbul'un türlü barlarında TL ve döviz olarak harcamıştı. Yaşıtlarının aksine düzenli bir hayat kurmaktan, para biriktirmekten, evlenmekten uzak; "abi türk kızlarıyla olmaz yaa !.. olm bi daha bu kadar içmeyelim... akşam rakı yapalım... abi karaköy'de süper bi mekan varmış, kızlara da söyle gidelim bu akşam... bize gelsene film izleriz, yemek de yaparım... nesine oynuyoruz ? yalnız real madrid benim !" replikleriyle dolu hayatına devam etmekteydi. ayrıca şakaklarında beyaz saç telleri de kendilerini göstermeye başlamıştı.