edip cansever

entry920 galeri video7
    887.
  1. Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
    Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
    Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

    Hiçbir şey! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
    Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
    Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
    Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
    Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
    Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
    Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
    Deriz ki, “şuram ağrıyor” bir de, “başım dönüyor”, “yanıyor avuçlarım”
    Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
    Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına
    Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
    Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla-
    Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
    Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
    Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin
    Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan
    Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan
    Korkunçtur -bunu anlıyoruz- bir yüzün en çoğul beyazında
    Korkunçtur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında
    Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla
    Korkunçtur korkunç!
    Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum ayrıca
    Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
    Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden her şeyin bittiğini
    Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
    Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
    Ansızın bir ürperişte: bitti mi her şey bitti mi
    Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
    Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
    Bırakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır gibi
    Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
    Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
    Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
    Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
    Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
    Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
    Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında
    Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
    Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla

    Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
    Anılar bulacaksam – anılar mı dediniz? – ne sesli bir vuruşma
    Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
    Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
    Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
    Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
    Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
    Zorlanmış bir gülüşten – iğrenip birden – kusmalar, bulantılar
    bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
    Ölüler bulacaksam – ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa vurmalar –
    Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün?
    Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu konuda?
    Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık bir şey insanın sonsuzunda.
    Bu kadarcık bir şey – iyi ya, peki, şimdi kim var sırada? –
    Sakın ha! Biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza.
    Yok deyin çünkü biz.. Biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
    Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza!
    Örneğin bir kahve falı? Az müzik? Diyorum biraz iskambil!..
    Ama hiç seslenmeyelim – seslenmeyelim – içimizden oynayalım.
    Ayrıca,

    – Dört kişiyiz!
    – Hayır on!.
    – Bin kişiyiz!
    – Bana kalırsa..

    Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında?
    Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir unutulmaya..
    Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz? Ne tuhaf biraz anlıyorum.

    – Üç karo!
    – Pas diyorum!
    – Susalım baylar, dört kupa!

    Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz? Susalım!
    Susalım – niye susalım – Anılar mı dediniz? Ne sesli bir vuruşma!
    Ya sonra? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra?
    Gene mi? Başladınız mı? Peki şimdi kim var sırada?
    Sakın ha!
    Biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza.
    Yok deyin çünkü biz..
    Biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
    Ne güzel ağzımızla..
    Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada olmayı.
    istiyorum – sahi mi? – ama isterseniz siz olun.
    Siz olun, biz olalım, kim olacak? – hep böyle oyalansanıza –
    Yani; “Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa.”
    Gibi oyalansanıza,
    Biraz oyalansanıza.

    Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
    Bir söz başka olamaz sözden gibi
    Bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
    Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
    Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
    Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
    Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
    Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
    Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

    Hiçbir şey! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek, biliyorum
    Kimse bir gün kimseyi sevmeyecek korkuyorum
    Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda
    Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız
    Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere
    Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda
    Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
    Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
    Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu hiç bilmiyoruz
    Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla
    Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı
    Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha
    Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz
    Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
    Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız
    Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
    Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
    Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
    Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da
    Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
    Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz bilmiyoruz ya
    Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.

    (bkz: ne gelir elimizden insan olmaktan başka?)
    16 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük