-kendi kendimden tiksinmenin doruğuna erişmem için on beş dakika yeter, eminim.
-düşüncem, ben’den başka bir şey değil. bu yüzden duramıyorum. düşündüğüm ile varoluşmaktayım. oysa düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. şu anda bile (korkunç bir şey) varoluşmaktaysam, bu varoluşmaktan ürküntü duymamdan ötürüdür. özlediğim hiçlikten kendimi çekip alan benim. nefret ya da varoluşmak tiksintisi, kendimi varoluşturma, varoluşun içine oturtma biçimlerinden başka bir şey değil. düşünceler, büyük bir baş dönmesi gibi ardımda doğuyorlar, başımın arkasında doğduklarını duyuyorum... karşı durmazsam, önüme geçiyorlar, gözlerimin arasına geliyorlar.
-“ben” deyince bir boşluk duygusuna kapılıyorum. öyle unutulmuşum ki, kendimi iyice hissetmek elimden gelmiyor. benden kalan bütün gerçeklik, varolduğunu hisseden varoluş sadece.
-varoluş üzerine düşündüğümü sandığımda, hiçbir şey düşünmemiş olduğumu söyleyebilirim; kafamın içi bomboştu ya da bir sözcük vardı yalnız; yani “varlık” sözcüğü vardı.
-beyaz çarşafların açılışında, yavaşça düşen ak teni okşayacak, koltuk altlarının çiçeklenmiş ıslaklığına, etin iksirlerine, tatlı sularına, fosforlanışına dokunacak; başkasının varoluşuna, ağır kırmızı yavşak salgılarda, varoluşun o tatlı kokusuna girecek; ıslanmış yumuşak dudakların, solgun kanla kızarmış, varoluşla saydam bir cerahatle ıpıslak esneyen, titrek dudakların gözler gibi yaşlanan şekerli yaş dudakların arasında varoluşmayı duyacak mıyım birazdan? yaşayan et gövdem, guruldayan suları yavaşça döndüren gövdem, yağı döndüren, dönen dönen, dönüp duran etim; etimin tatlı ve şekerli suyu, elimin kanı, canım acıyor, morarmış etime tatlı, yürüyen, yürüyorum, kaçıyorum, eti morarmış bir ahlaksızım ben, eti bu duvarlara varoluştan morarmış.