ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir
DiLŞA
poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan
ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar
çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine
boyunca usul
şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati
Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi
ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin
gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında
RÜMEYSAH
sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
ağır çörtenlerden
bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında
Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi
BERFiNELLA
ve nazenin ruhunuz
nasıl da kendine bakan bir ayna
suyun uzanışı gibi dere yatağına
en tenha lambalar bile
çattı mı kavuşmalar çakmağı
dayanamaz geceye, yakar bendini
işte seni öyle sevmemiştim
kalması bile gitmelere benzeyen
bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki
can kıyamıyor çıkmaya
çakılar yeşeriyor etinde
uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin
gökleşiyor yağdıkça düşlerin
denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye
şimdi aşkın baktığı
her yöre Berfinella
dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı
bazı şeyler konuşmayarak
dinlemeyerek öğrenilirdi
çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek
öyle dağ gibi durduğuma bakma
dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca
badem çiçekleri açan
ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi
mevsiminde anlaşılır
şimdi nereye gitsek Berfinella
gözün gözü görmediği aydınlıkta
masum bir karanlık
yakmaktı vacip olan
surların gözyaşları
eritir sırların kalesini
hıçkırır aşkın burçları
Berfinella dolar ciğerleri kentin
mazgalların karasında
yankılanır geçmişin çığlıkları
Asur hüznü sarılır bağın bağrına
aniden bastıran
yağmurlu bazalt kokusu
tahtını sallar
kral çocukluğumun
aşk kağıda sığmıyor Berfinella
gönül sadra sığmıyor Berfinella
hepsi geçer, kancık kibirler
tamponu şişkin şımarıklar
binbir yüzlüler, alayı geçer
her zifir gömülür, üzülme
Diyarbekir kıyamete dek kalır
işte bunu bilmek
aşkımıza yeter Berfinella
MEVSiM ZOZAN
serin Anzele pınarı
karışır Arbedaş sularına
içerin Zerzevan kalesi
yüreğinse yorgun
Hevsel kuşlukları
baharda kengeri
yazın dutu, eriği
gözleyen katıksız halkı
kendi kalbinden başka
yenemez kimse
öğrenecekler Zozan
hey nava dılê mın
dört yanım hozan
yanık çarşıda türkün duyulur
cıvıl cıvıl öter buğday pazarı
dar sokaklarda yangın rüzgarın
alnıma yokluğunu savurur
üstüm başım kelepçe
aklım fikrim Zozan
viran bağ köşküyüz şimdi
esamemiz okunmaz
Fiskaya şelalesi yağanda
bir uçurtmalık canı kalır
filinta uçurumların
gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan
donarak can vermesin bakışlarımız
susmasın erbaneler
susmasın çığlık
çığlığa sessizlikler
konuşsun Zozan
çığırsın dilsizler
GÖZLERiN DiYARBEKiR
yeşil pulat pencere
yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya
acılar denizinde yananları
hüzünler yangınında donanlar anlar
dinle atmosferin bekaretini
şehid sahabelerin
mahzun külliyesinde
her çeşme bir şelale vecdin feyzinde
kuşların ve taşların zikirleri
erir birbirinde kadim cezbeyle
el pençe divan gölgeler
dizilmiş kandillerde tutuşan esrar
yankılanır duvarların teninde
sanki yer göktür, göklerse zemin
bağrında ashabıyla
firdevs kokan camide
diyesin ey ulu belde
şimdi hutbe sırası sende
kelamsız, burgusuz
duyabilen canlara
kepenkleri indirilmiş özlerin
marşı eser etinde
damağında cevherin öbekleri
ervahın şöleni
çarpar durur göğsünde
asude şafakların nasıl da gür
sancağının fecrinde
suskulardan örülme mahşer sanki
kıyamet kıyamet yeşeren diriliş
şahdamardır
atar genzinde
ve lale nehridir
akar akar da taşar kaburgalardan
kadınlar kaynatır buğdayını
damlara, avlulara serilen
güneşte kurutulan
çığlıklara dönüşür dargın bergüzar
gülünce gözleri
kuşlara dönen haminneler
tırpanı her vuruşta
Allah diyen kadim rençberler
çeliğe çifte su veren
evliya demirciler
Rahman’ını ameliyle sevenler
can sevdanı haykırır
kızıl gökte sarı hilal gözlerin
kendini dağlara vurur
serilir öksüzlüğe keçe yolluklar
kırılır fanusları sevdamızın
yorgun Diyarbekir
lorîninde yeniden doğar
şimdi nereye gidersen git hicret
yanar köşklerin
yanar Hamravat
kavrulur Seman
şimdi her can biraz sensizliktir
her aşk biraz hicraniye
gitme diyor semaver
bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar
can kınına sığamıyor Dilaram
açar dokunduğun
bütün koğuşlarda
narin nûbihar
bir rojdalık ömrü var
suçsuz kelebeklerin
bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin
gönül hekimidir
gülüşün hep baharda kırağı
ve cehennemin dibi gamzelerin
hemdemiz, nefes nefese
bağdaşız şahına kadar bağdaş
ve haldaş, sevdiğim
yardaş, Allah’ın aşkına
başı ustura tıraşlı
hovarda peştamal çocukları
kenar mahlesinde zor ızdırabın
antik bir hevesi büyütür
acılar havuzunda boy verir
hüznü boylar havuşlar
caddelerde boy gösterir
yürüyen mezarlıklar
saçaklara ayrılıklar konar
oysa kalbin, tetik kadar dinç
namlu kadar filinta
mermilerin şarjörlere dönmeyişi
kadar yaşlıydı döşünde
döşün ki, nerdeyse çatlayacak
şehvetin vahşetinden
döşün ki alayına yetecek kısrak
emzirirken ruhları
hey ciğeri kınalı, güneş yanığı
baştan ayağa Diyar
tepeden tırnağa Bekir
yüreği bronz kentim
sevmek şimdi zerya
konuş ki, dilsiz iblise
dönüşmesin susmaya alışanlar
konuş ki mertlik bulaşsın
korkudan geberen asalaklara
susma ki delikanlı şehrim
hayın başbuğların
mabadını yalayan
kıraç itlerin puşt devri
vaktidir, hitama ersin
BERiVAN
sen, boyuna bahar, asil ve asi
sen sadece gönülde yeşeren gül
Diyarbekir dağlarında türküydün
Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
sen boyuna sürur ve hep özü gür
ruhun göğsüne sığmıyor Berivan
nereye gidersen git hep yüreğim
yok maşuka aşıktan başka vatan
gidişin hep koşmaktır kaçtığına
boranlar da üşür, gitme Berivan
sen boyuna sürur ve hep özü gür
Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
Diyarbekir dağlarında türküydün
sen sadece gönülde yeşeren gül
sen, boyuna bahar, asil ve asi
YÜREĞiN AMiDA
kalbin, savaş sonrası et kokusu
damarlardan fışkıran kan çorbası
kuzgunlar aynalarda
yolun gözler Amida
Selahaddin Eyyubi Cami keder kuyusu
vefatından beridir yoldaş Mezopotamya
öyle cansız, böyle lal kesiği
hey aman, durmaz yerinde
içerim paramparça
hücremin kerpiçten çiçekleri fersiz
yar çeşmesi susuz
ranzalar cehennem çukuru
Mervani yiğitler gerek şu puştluk çağına
hey aman, can tutuklu
devir zor, devir cambaz, devir namussuz
zalimin mazlumluk
tasladığı zamandır
münafıklar yüzünden
haktan dönen gafiller
merhametli davetine muhtaçtır
hey aman, erlik vaktidir
parıldar, parıldar nazarında
hırçın Silvan Kalesi
cildin buz cehennemi
kalk ayağa ey şehir
Nasır-ı Hüsrev olsun yeniden şahid
düştüğün yerden doğrul
dikil de süpür ey
namert çelmeleri
hey yavrum hey de ne hey
aç, avaz, üryan
yetimleri ısıtmaz hiçbir yorgan
yaşamadan bildim ki
yaşamayan bilemez
gel gör ne ateşler ne buzullarla
ölüm dansında leylim
içerimde, dışarıyı hapseden
sevdan, kıyama durur
sevdan ki Amedî
sevdan ki dinmez
Cemilpaşa konağında
çığlıklar dolaşır
çığlıklar ki etten bir duvar
azimli antenine hoyrat gevherin
kuşların uçuşurken ki
toplu kanat sesleri
giyan der durur bahçende
giyan; der, durur
gözlerin ki gitmez
bitkin gözlerimden
gözlerin ki kafesime can
gözlerin ki bitmek bilmez
bir çift menfez aynalarda
hücremde neşen
sözümde yüzün
güzümde közün, özümde tözün
severim zulamdan içeri
toylar, efkara döner
kabir böcekleri dolar
gariban, yaralı kederlere
Kürdistan çiçekleri sarar
Kürd çocuklarının
kardeşlik türküleri haykıran
safderun yüzlerini
bu savaş ölmeli, bu savaş ölmeli
durun siz candaşsınız
bu savaş ölmeli
bu savaşı, bu barış öldürmeli
düşün, ne güzel cinayet
ne civan katliam
gırtlağına kadar ceset
ah dolar Zilan Deresi
şimdi nereye gitsen ağrı
şimdi nereyi görsen acı
hıçkırır mitralyözler
namlusunu mazlumlara çeviren
şeytancıklar yüzünden
ölü çocuklara tecavüz eden
ırkçı zabitlerden alçağını
görmedi kederli anadolu
faşist teröristlerin ihaneti
kalleşçe yaktı kardeşliği
onarmak erlere düşer
sabırla, umutla, sevgiyle
budur soylu metanet
budur kahpeliğe beşkardeş
gel sen de katıl bize
indir putların kör çehresine
adil, vakur bir sille