dante gibi ortasındayız ömrün mısrasının anlamı

entry6 galeri
    2.
  1. AŞKIN ŞEHRENGiZi

    ne canlar yakmış iç Kale
    sararmış resimlerce
    mahzun Viran Tepe
    bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
    bir küf tutmuş muskalar
    bir keder karası bazaltlar bilir
    nerden nereye solmuş
    yetim Diyarbekir’im
    nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
    birden düşersin akla
    başım gözüm ısınır
    Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
    Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
    kenti çoktan terk etti
    Hamravat Selsebili
    bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
    eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
    bir sensizliktir gider
    bin sessizliktir gelir
    açılır çakı gibi Fetih Kapısı
    yeni baştan çevik Fatihine
    tel örgüler kuş olup uçuşanda
    belki değeriz yine
    On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
    yangınlar gömülü
    Süleyman mertliğinde
    bir zaman abdestsiz çarıklarla
    doluşmaya utanılan Sur
    şimdi hangi hakirliğin mahzeni
    abdal damlarımızdan mağrur çatılara
    taşların boşluğunda zemheri
    cehennem lokması kursağında

    avlularda tükenmiş
    dut çiğdeleri bağrın
    boynu bükük nergizlerin saksılarda
    vurulmuş haremlik
    dökülmüş selamlık
    kalmış Deliller Hanı
    cinnete bir soluk
    kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
    hanayda kumruların
    su kadehi burulmuş
    kararmış bahtı fildişi kalkerin
    namusun narin beli bükülmüş
    durgundur Mesudiye
    argındır Ulu Cami
    yorgundur Dicle Kapı
    fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
    bir şehir ki töresidir
    nice kıtaların hey
    selsellerin uğultusu serdaplarda
    tulumbalar hasretinle taşmaktadır
    Şeyhandede şelalesi
    hazan olup yağanda
    ahşab nar çiçekleri
    sülüs hatları mevsim
    nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
    yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
    Asur kalesinde kral mezarı bağrın
    gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
    ve paygamber kabrinde
    öksüz yara salardık
    gırtlaktan revakların karanfil sokağında
    umudun umudusun
    çeyizlen Diyarbekir

    DiLŞA

    poyraz yanar, kandiller üşür
    Nupelda
    suna boynun yaslar dağ eteğine
    yıldızların kaydırağı var bu gece
    dokunsan
    ağlayacak ceylanlar
    tavşan, yavrular aşkına cesur
    arslan, yavrular aşkına ürkek

    ve bakışlar
    çığlık çığlığa kuşlar
    yokluğun, boğazda kement
    bakışın, nasıl da çatal
    değdiği kalbin etini delen
    acemi, rafine
    boyunca usul

    bağırda dalgalar kayalığa vuranda
    diyar gözlü
    bekir yürekli
    filinta baharlar birikir yeldama
    gurbetin, hançeremde kelepçe

    ranzamda, kahırdan darmaduman
    ağarmış anlıklar, gurbetin
    maral titrekliğinde, soluk soluğa
    bir cezbeden yadigar
    bahadır, külhani yakalardan
    ve mahzun
    namus burcu
    niyetli, meçhul denen ferdalara

    umutma Evîn
    gevherin kışlatma
    avlularda serpilen gonceler hatrına
    kenar mahlesinde dar bulvarların

    gül hevesler kurutmuş
    başı hep ustura tıraşlı
    oğullar etmez hayınlık
    yokluğun ebubekir dostluğuna

    çünkü yaşamak bu küllüklerde
    dakik bir vaiz kuzulara
    ve sıtmalar
    ardın sıra kan ter
    ardın sıra tutuklu, kısık

    iner gibi sürgüler hücre odaya
    görüş günleri ıssız
    volta demleri öksüz, dımdızlak

    cehennem kesiği gerdanlar namına
    hiç değilse düşlerim, boran
    savur çeltik yaylana
    pamuk ovana

    savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
    aşiret bozkırları çocukluğum
    divane dağın doruğundan tütsün

    vakarlı can umular
    körpe yarınlarımız

    AMEDYA

    ranzalarda Anzele serinliği
    Arbedaş Kapısı
    yüreğin dolar
    Nasuh Camisinde Ömeroğlu
    Nasıriye Kalenin Halidoğlu
    bize Amedyalı derler hey cano
    mazluma safdil
    namerde sarraf

    şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
    Diyarbekir bir ceset aramızda
    akar akar Hamravat
    çehremizin kederinde
    taşar yüzlerin
    emekçi coğrafyasından
    masum, maralsı
    Kürdistan gülleri

    ürkek avlu mırnavları
    ceylansı hafız kızlar
    kadim Zinciriye
    kokar çocukluğum
    Benusen burcunda sesin
    girer düşlerimin rüyasına

    hatıralar deşer
    hatır yarasını
    Hançepek türküsü yakar
    babasının ciğeri filintalar
    öksüz içerin
    Zembilfroş dumanı

    sürgüler çekilir
    durur hücremde
    tütsüler doğurur
    yetim Bircuşah
    kaynatsın ahımızı
    dadaş Haburman
    sağsın zor hüznümüzü
    aygın Malabadi

    kurşunlanmış can Kurşunlu
    Dört Ayaklı minarem
    dört ayağından vurulmuş
    öyle bir zelzele
    ki çetin gidişin
    Mesudiye sütunları oy
    gayrı yerinde durmaz

    Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
    ömür kavgasını
    verir hep kalanlar
    dam loğu, et taşı
    bulgur değirmeni
    bir destandır burada yaşamak saati

    Fiskaya Şelalesi
    hazan olup yananda
    gör nasıl
    yeniden yağarım
    dişimle tırnağımla loy loy
    bir daha bulunmaz böylesi
    gazel ölen
    bizi, bizim gibisi

    ROZERYA

    yüreğin Hilar
    mağarası gibi serin
    yüreğin dağlarcası
    gariban, ıssız
    söyle sen hangi
    boranın meltemisin
    yanar dudağında karanfil tütün
    yanar da verir
    sırtını Kırklar suruna

    ellerin kelepçe ellerin zozan
    gözlerin zor kafesler
    gözlerin zilan
    içerin Kralkızı içerin mahzun
    alıngan, kuğumsu
    hançerem hançerli
    suskum sahipkıran
    bir masum pusuda tahtırevan

    söyle ben nereye gideyim Rozerya
    gel de gör içim dışım Amedya

    yaşmaklara yaşamaklar doladın
    Rabbinden razı
    sesin papatya devrimi
    sesin ardınsıra zılgıtlar
    körpe nazenin
    daha kaç mendil
    sarsın yangın kederini daha kaç
    ahraza bürünecek
    cıvıltısı sabilerin

    gel de izle Rozerya
    aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
    tepişirken fevkinde
    şımarık firavunlar
    aziz bir şehir yıkılıyor altında

    hal böyleyken hasmına kılınç
    olsan da duramazsın içinde dimdik
    çökersin soylu
    sevdiklerin aşkına
    biz şimdi sensiz
    boyuna çöküş
    biz şimdi gözlerinsiz
    antik tohumduk

    bak da yeşert Rozerya
    Diyarbekir hayat ister bağında
    yeniden nefes almak
    biz ki yorgunluklar halkı
    gürleşirdi alnımızın teriyle
    ceddimizi saklayan aziz toprak
    çocuklar eker
    filintalar yeşertirdik yılmadan
    usturalar kayarken ensemizden
    bükülmezdik usulca

    ata yadigarıydı mesleğimiz
    yüreğimiz haykırır gözlerimizde
    canımız o parola
    yakıl ama yıkılma
    söyle susma söyle Rozerya
    yitik insanlık
    hangi dağın ardında

    RÜMEYSAH

    sen, çocukluğumdun, masumiyetim
    sen Bereket Han duvarları mazim
    toz çuvallar üstünde dinginliğim
    rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin

    raks eder, göllerin ıssız akışı
    her nakışı, hüsrana yar bakışı
    özlem tüten demden gönül kayışı
    hem canım hem cananım, cevherimdin

    ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
    bir hayatlık canı var ölümlerin
    bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
    bir nefeste yayılır gül dediğin

    Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
    gurbetimin teli kopmuş sazımda
    deli taylar uçar durur bağrımda
    seven ruhta fren tutmaz Rümeysa

    konmaz öyle her dala sev devrimi
    sütü zift, balı zehir semahında
    uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
    can kınına sığamıyor Rümeysa

    bahar gamzelerin Fındık burcudur
    müridi, mürşid kılar tek bakışta
    dergahında cerenler kuruludur
    aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa

    GÜVERCiNLER ÇARŞISI

    şükran toylarımızın
    sesi gelir aşiret çadırlarından

    obamız hayran
    otağımız kurban

    kıl çadırda yer sofrası kalbin
    serilmiş razı
    serilmiş padişahına kadar

    Nur burcunda ciğerim ağarır
    külahına dek kufi
    ebebulguru

    saçlarında nesih yazıtlar
    döşlerin kesme bazalt döşeli
    mukarnas bezemeli

    yazmalarca beklenen yankılarda
    kurşunlu kubbelerin

    Halilviran köprüsünde hey canım
    düşlerin hıçkırır
    sazlar kavrulur
    yanar sazlıklar

    Nevruz neşesi saran köşelerinden
    bir firak hüznü
    tüttürür dağlar

    kavun rayihasına karışır
    karpuz burcuları

    ağır çörtenlerden
    bin rahmet damlar

    demirciler çarşısı orkestra
    sadrı tonozla örtülü

    ceylanlar salınır
    filintalar ormanında

    Kazancılar Hanı mürd
    suskun kaya mezarlar

    Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
    bağlanıp budaklansın

    yeter ki kapılma
    çeper çağın ağına

    can akar yolunu bulur
    yeter ki solmaya

    yaşamak sevincin
    iki gözümün goncesi

    BERFiNELLA

    ve nazenin ruhunuz
    nasıl da kendine bakan bir ayna
    suyun uzanışı gibi dere yatağına
    en tenha lambalar bile
    çattı mı kavuşmalar çakmağı
    dayanamaz geceye, yakar bendini
    işte seni öyle sevmemiştim

    kalması bile gitmelere benzeyen
    bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki
    can kıyamıyor çıkmaya
    çakılar yeşeriyor etinde
    uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin
    gökleşiyor yağdıkça düşlerin
    denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye
    şimdi aşkın baktığı
    her yöre Berfinella

    dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı
    bazı şeyler konuşmayarak
    dinlemeyerek öğrenilirdi
    çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek
    öyle dağ gibi durduğuma bakma
    dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca
    badem çiçekleri açan
    ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi
    mevsiminde anlaşılır
    şimdi nereye gitsek Berfinella
    gözün gözü görmediği aydınlıkta
    masum bir karanlık
    yakmaktı vacip olan

    gidersin, bir yarım çeyrek kalır
    oysa hüzün mutluluk Berfinella
    acılar bahçesinin
    çilekeş güllerine
    Çayönü, Körtiktepe neolotik mahzun
    cehennem teninde
    taşar can nehrinden körpe Hasuni
    alnında mağara serinliği
    yüreğin gönülden Hira kokar
    kadim şehrim toprağa
    sığmıyor Berfinella

    surların gözyaşları
    eritir sırların kalesini
    hıçkırır aşkın burçları
    Berfinella dolar ciğerleri kentin
    mazgalların karasında
    yankılanır geçmişin çığlıkları
    Asur hüznü sarılır bağın bağrına
    aniden bastıran
    yağmurlu bazalt kokusu
    tahtını sallar
    kral çocukluğumun
    aşk kağıda sığmıyor Berfinella
    gönül sadra sığmıyor Berfinella

    hepsi geçer, kancık kibirler
    tamponu şişkin şımarıklar
    binbir yüzlüler, alayı geçer
    her zifir gömülür, üzülme
    Diyarbekir kıyamete dek kalır
    işte bunu bilmek
    aşkımıza yeter Berfinella

    MEVSiM ZOZAN

    serin Anzele pınarı
    karışır Arbedaş sularına
    içerin Zerzevan kalesi
    yüreğinse yorgun
    Hevsel kuşlukları
    baharda kengeri
    yazın dutu, eriği
    gözleyen katıksız halkı
    kendi kalbinden başka
    yenemez kimse
    öğrenecekler Zozan
    hey nava dılê mın
    dört yanım hozan
    yanık çarşıda türkün duyulur
    cıvıl cıvıl öter buğday pazarı
    dar sokaklarda yangın rüzgarın
    alnıma yokluğunu savurur
    üstüm başım kelepçe
    aklım fikrim Zozan
    viran bağ köşküyüz şimdi
    esamemiz okunmaz
    Fiskaya şelalesi yağanda
    bir uçurtmalık canı kalır
    filinta uçurumların
    gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan
    donarak can vermesin bakışlarımız
    susmasın erbaneler
    susmasın çığlık
    çığlığa sessizlikler
    konuşsun Zozan
    çığırsın dilsizler

    GÖZLERiN DiYARBEKiR

    yeşil pulat pencere
    yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya
    acılar denizinde yananları
    hüzünler yangınında donanlar anlar
    dinle atmosferin bekaretini
    şehid sahabelerin
    mahzun külliyesinde
    her çeşme bir şelale vecdin feyzinde
    kuşların ve taşların zikirleri
    erir birbirinde kadim cezbeyle
    el pençe divan gölgeler
    dizilmiş kandillerde tutuşan esrar
    yankılanır duvarların teninde
    sanki yer göktür, göklerse zemin
    bağrında ashabıyla
    firdevs kokan camide

    diyesin ey ulu belde
    şimdi hutbe sırası sende
    kelamsız, burgusuz
    duyabilen canlara
    kepenkleri indirilmiş özlerin
    marşı eser etinde
    damağında cevherin öbekleri
    ervahın şöleni
    çarpar durur göğsünde
    asude şafakların nasıl da gür
    sancağının fecrinde
    suskulardan örülme mahşer sanki
    kıyamet kıyamet yeşeren diriliş
    şahdamardır
    atar genzinde

    ve lale nehridir
    akar akar da taşar kaburgalardan
    kadınlar kaynatır buğdayını
    damlara, avlulara serilen
    güneşte kurutulan
    çığlıklara dönüşür dargın bergüzar
    gülünce gözleri
    kuşlara dönen haminneler
    tırpanı her vuruşta
    Allah diyen kadim rençberler
    çeliğe çifte su veren
    evliya demirciler
    Rahman’ını ameliyle sevenler
    can sevdanı haykırır

    kızıl gökte sarı hilal gözlerin
    kendini dağlara vurur
    serilir öksüzlüğe keçe yolluklar
    kırılır fanusları sevdamızın
    yorgun Diyarbekir
    lorîninde yeniden doğar
    şimdi nereye gidersen git hicret
    yanar köşklerin
    yanar Hamravat
    kavrulur Seman
    şimdi her can biraz sensizliktir
    her aşk biraz hicraniye
    gitme diyor semaver
    bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar
    can kınına sığamıyor Dilaram
    açar dokunduğun
    bütün koğuşlarda
    narin nûbihar

    AŞK ŞiMDi ZERYA

    ebaneler hasretini haykırır
    hasretini, mahzun, hazalsı
    serden geçer serdil avaşin
    nazarın nazarıma
    karışır durur delal
    gözlerin sırılsıklam cehennem
    gözlerin zelal
    dilzarımda hivbanular yeşerir
    dilaverlere dilvanlar yaraşır
    rotindalar rolêdalara

    bir rojdalık ömrü var
    suçsuz kelebeklerin
    bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin
    gönül hekimidir
    gülüşün hep baharda kırağı
    ve cehennemin dibi gamzelerin
    hemdemiz, nefes nefese
    bağdaşız şahına kadar bağdaş
    ve haldaş, sevdiğim
    yardaş, Allah’ın aşkına

    gecekondu masumiyeti
    yoksulluk berraklığıdır
    mahcup yüzlerden okunan bozlak
    tozlu tülbentlerinde nenelerin
    cennet kokularından bir şelale
    sorma nasıl, bilirim
    fakirhanelerin evliya saflığına
    yetişemez softa burjuva
    yetişemez nazenin

    başı ustura tıraşlı
    hovarda peştamal çocukları
    kenar mahlesinde zor ızdırabın
    antik bir hevesi büyütür
    acılar havuzunda boy verir
    hüznü boylar havuşlar
    caddelerde boy gösterir
    yürüyen mezarlıklar
    saçaklara ayrılıklar konar

    oysa kalbin, tetik kadar dinç
    namlu kadar filinta
    mermilerin şarjörlere dönmeyişi
    kadar yaşlıydı döşünde
    döşün ki, nerdeyse çatlayacak
    şehvetin vahşetinden
    döşün ki alayına yetecek kısrak
    emzirirken ruhları
    hey ciğeri kınalı, güneş yanığı
    baştan ayağa Diyar
    tepeden tırnağa Bekir
    yüreği bronz kentim

    sevmek şimdi zerya
    konuş ki, dilsiz iblise
    dönüşmesin susmaya alışanlar
    konuş ki mertlik bulaşsın
    korkudan geberen asalaklara
    susma ki delikanlı şehrim
    hayın başbuğların
    mabadını yalayan
    kıraç itlerin puşt devri
    vaktidir, hitama ersin

    BERiVAN

    sen, boyuna bahar, asil ve asi
    sen sadece gönülde yeşeren gül
    Diyarbekir dağlarında türküydün
    Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
    sen boyuna sürur ve hep özü gür

    ruhun göğsüne sığmıyor Berivan
    nereye gidersen git hep yüreğim
    yok maşuka aşıktan başka vatan
    gidişin hep koşmaktır kaçtığına
    boranlar da üşür, gitme Berivan

    gülüşün vejîna, gülüşün sarya
    gülüşündü; ırmaklar ormanlarda
    gülüşünle güneşler açar şevler
    gülüşünde kanatlanır zaroklar
    gülüşün rojarya, gülüşün zerya

    sen boyuna sürur ve hep özü gür
    Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
    Diyarbekir dağlarında türküydün
    sen sadece gönülde yeşeren gül
    sen, boyuna bahar, asil ve asi

    YÜREĞiN AMiDA

    kalbin, savaş sonrası et kokusu
    damarlardan fışkıran kan çorbası
    kuzgunlar aynalarda
    yolun gözler Amida
    Selahaddin Eyyubi Cami keder kuyusu
    vefatından beridir yoldaş Mezopotamya
    öyle cansız, böyle lal kesiği

    hey aman, durmaz yerinde
    içerim paramparça
    hücremin kerpiçten çiçekleri fersiz
    yar çeşmesi susuz
    ranzalar cehennem çukuru
    Mervani yiğitler gerek şu puştluk çağına
    hey aman, can tutuklu
    devir zor, devir cambaz, devir namussuz
    zalimin mazlumluk
    tasladığı zamandır

    münafıklar yüzünden
    haktan dönen gafiller
    merhametli davetine muhtaçtır
    hey aman, erlik vaktidir
    parıldar, parıldar nazarında
    hırçın Silvan Kalesi
    cildin buz cehennemi
    kalk ayağa ey şehir
    Nasır-ı Hüsrev olsun yeniden şahid
    düştüğün yerden doğrul
    dikil de süpür ey
    namert çelmeleri

    GiYAN MEVSiMi

    gönül göğsün gülüydü
    gülün göğsünde bahçe
    tarihin mezarlığı höyükler
    anlatsın çilekeş destanımızı
    gözü, değdiği yeri
    derinden deşen erler
    vursun bağrın teline
    vursun döşüne döşüne
    öksüz Diyarbekir’in
    Dicle’nin yuttuğu çocuklar

    hey yavrum hey de ne hey
    aç, avaz, üryan
    yetimleri ısıtmaz hiçbir yorgan
    yaşamadan bildim ki
    yaşamayan bilemez
    gel gör ne ateşler ne buzullarla
    ölüm dansında leylim
    içerimde, dışarıyı hapseden
    sevdan, kıyama durur
    sevdan ki Amedî
    sevdan ki dinmez

    Cemilpaşa konağında
    çığlıklar dolaşır
    çığlıklar ki etten bir duvar
    azimli antenine hoyrat gevherin
    kuşların uçuşurken ki
    toplu kanat sesleri
    giyan der durur bahçende
    giyan; der, durur

    BARIŞIN KEVOKLARI

    Karacadağ’da eriyen karın
    şelalesi duyulur Çınar’da
    Cahit Sıtkı’nın serçeleri
    Ahmed Arif’in yuvalarında
    Sezai Karakoç mısraları
    gezer durur, hevesli
    kadim Suriçi sokaklarında

    gözlerin ki gitmez
    bitkin gözlerimden
    gözlerin ki kafesime can
    gözlerin ki bitmek bilmez
    bir çift menfez aynalarda
    hücremde neşen
    sözümde yüzün
    güzümde közün, özümde tözün
    severim zulamdan içeri
    toylar, efkara döner

    kabir böcekleri dolar
    gariban, yaralı kederlere
    Kürdistan çiçekleri sarar
    Kürd çocuklarının
    kardeşlik türküleri haykıran
    safderun yüzlerini
    bu savaş ölmeli, bu savaş ölmeli
    durun siz candaşsınız
    bu savaş ölmeli
    bu savaşı, bu barış öldürmeli
    düşün, ne güzel cinayet
    ne civan katliam

    SERHiLDAN

    ıslıklar, çığlıklara karışır
    kan kusar Zilan Deresi
    kafataslarında beyinler erir
    patlar yürekler kafeslerinde
    hasret tüter Tendürek
    zulüm taşar süngüler
    iblisin demir kartları
    biçer masumları, deşer rahimleri
    beşikte bebeleri, kimsesiz pirleri

    gırtlağına kadar ceset
    ah dolar Zilan Deresi
    şimdi nereye gitsen ağrı
    şimdi nereyi görsen acı
    hıçkırır mitralyözler
    namlusunu mazlumlara çeviren
    şeytancıklar yüzünden
    ölü çocuklara tecavüz eden
    ırkçı zabitlerden alçağını
    görmedi kederli anadolu

    faşist teröristlerin ihaneti
    kalleşçe yaktı kardeşliği
    onarmak erlere düşer
    sabırla, umutla, sevgiyle
    budur soylu metanet
    budur kahpeliğe beşkardeş
    gel sen de katıl bize
    indir putların kör çehresine
    adil, vakur bir sille
    2 ...