else norveç'e gidiyor.
son gecemiz.
stüdyodayız.
şarap içiyoruz.
yan yana yere oturup, el ele susuyoruz.
"gidiyor o." diye geçiyor içimden. yine de içim ezilmiyor. oysa canımın çok yanması gerekmez mi? ona anlatıyorum bunu. seviniyor, şenleniyor aniden. mavi gözleri pırıl pırıl yanıyor. öyle güzel ki...
"çünkü kendi irademle gidiyorum diye seviniyorsun. seçimimi yaptığıma, seni sevdiğim halde gidebildiğime seviniyorsun."
küçük burnunun ucundan öpüyorum.
"Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu."
gece bitti.
mutfağa geçip, kahve suyu kaynatıyorum. kahvemle atölyeye döndüğümde biten resme bakıyorum. altına yazacağım cümle aklımda. ikisini de anlatan, her şeyi anlatan cümle!
kahvemi yudumluyorum. kahve her zamankinden güzel kokuyor.
bir kadının yaşamında iki önemli şey değil, iki önemli an vardır. resmin altına yazıyorum:
"bir kadının yaşamındaki iki büyük an, aşık olduğu ve sevdiğini terk ettiği andır."
bir horoz ötüyor. kentin ortasında hala sabah ezanında bir horoz ötüyor.
"küçükken başımın üzerinde kuşlar uçardı, içinde düşler. olur olmadık hayat hikayelerine, mitlere bırakıverdim uçarı aklımı. aramaktı benimkisi, "kendim" denen ıssız, ıspatsız diyarı. ve gördüm, anladım. giderdim merakımı. şimdi ne bir düşüm ne de kuşlar uçuyor artık."