bir otobüse bindim, şehrin yokuşlu inişli yollarında otobüsün camında en çok kendi yüzümü görerek son durağa kadar gittim. tekrar geri döndüm. gece yarısından sonra stüdyoma girdim. else'nin ve benim kaygılarımın resmine devam ettim. bir bahar sabahında pembe, sarı, kırmızı kaygılar tualdeydi artık.
üçü de akdeniz'e bakıyor. kadın, adam, çocuk.
ikisi beyaz.
hayallerin rengi beyazdır. ümit mavidir.
deniz gibi...
"Birden sen gelsen aklıma
Seni unutsam bazı bazı"
o sırada beni görüyor. else, yine stüdyonun zemininde. ne zaman gidiyorsun? diyorum. "yarın" diyor. onun bedeni, cinselliği ve aklı ayrı çalışıyor sanki. sevişirken inanılmaz bir dişi, konuşurken cinsiyetsiz bir insan. zeki, mantıklı. ama kuru. ikisini birleştiremiyor bir türlü. köpüksüz bir türk kahvesi gibi. lezzetli ama köpüksüz...
"yazarım sana" diyorum. hiç inanmamış gülümsüyor. "gitmek, bağımsızlığımı korumak zorundayım" diyor. sessiz düşünüyor ama, ben duyuyorum iç tartışmasını. diyor ki, "yanlışı aksaklığı göre göre içinde yaşamak güçtür. doğallığın ve sıcaklığınla ödersin bunun bedelini."
ben de sessizce bağırıyorum:
else, else! akıllı, güzel, bağımsız else! başaracaksın.
onun başarısı benim de başarım olacak, biliyorum!
"sana yazacağım" diyorum yeniden. ikimiz de inanıyoruz bu kez.
"Senle beraber olsam da, sevgilim
Hiç görmesek birbirimizi, özlesek."
resmin beşte ikisini pat diye siyah bir çizgi böldü, siyah fon üzerinde solda bir adam başı belirdi. başında bir şapka bana bakıyor. gözlerinde acı sarı keder.
yüzü yeşil.
evet. yüzü yeşil.