arkası bana dönük, denizi seyreden kadının yanında bir erkek belirdi tualde. uzağa bakıyorlar el ele. adamın yanında bir çocuk. kadının ve çocuğun içleri boş, ama erkek gerçek. yalnızca imge o ikisi... yine de tual üzerinde belirecek kadar gerçeğe yaklaşmış hayaller...
"kaygılanıyorum" diyor makyözü yüzünü bembeyaz pudralayıp kırmızı allık sürerken. biraz sonra sahneye çıkacak. gevşemek için meditasyon yapıyor. olmuyor. "konsantrasyonum çok bozuldu bu aralar" diyor. sesinde gergin, kaygılıbir ton var. kaslarını gevşetmek için cimnastik yapıyor sinirli sinirli.
"sevgi sahiplenmeye dönünce insanı zincirliyor" diyor. başımdan aniden çok şiddetli bir balyoz inmiş gibi sendeliyorum. uyuşuyorum sonra. gerçek acı, bu uyuşukluk geçince başlayacak biliyorum. sırası geliyor, sahneye çıkıyor.
o günkü dansında, bedeninin her deviniminde, ellerinin, parmaklarının ucunda, çok sevdiğim ayakalrında, zincirlerinden kurtulmaya çalışan, özgürlüğünü özlemiş kaslarının gerginliğini, acı çığlıklarını duydum. sanki derisi yüzülmüştü, bütün kasları ortadaydı. her şeyi gördüm. bir balerinin kendini en çok dansıyla ifade etmesinden daha doğal ne olabilir ki?
oyunun sonuna kadar dayanamadım, kaçtım oradan. onu bu kadar bunaltacak denli çok mu yaklaştım? kendine soluyacak hava bırakmadım mı? oysa onun bağımsızlığı, kendine saygısı değil miydi beni baştan çıkaran?
sevmek, insanın kendisi kalabilecek ve bunu sürdürebilecek kişisel alanı işgal etmeden ona yakın olabilmektir!
bunu bildiğim halde... else'nin kendi alanına girdim, onu da benimkine mi girmeye zorluyorum? gerçekten yapıyor muyum bunu?