25 yaşımda ilk beyaz saç telim kendini göstermişti. Aynı sene, doğum günü pastamın üzerine, beni de dinlediğim müziği de çok seven biri şöyle yazdırmıştı:
Sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına dökülen akla biter*
15 yaşımda da en sevdiğim türk sanat müziği eseri buydu, 30 yaşımdayım hala böyle. Bir kere sevmiş olmak, ta yürekten ve ilk anda vurularak sevmiş olmak öyle tükenmeyen bir kaynak ki o enerji çevrilebilir, kullanılabilir olsaydı tüm evrene bu şarkıyı dinletebilirdim mesela. Başta bir çısırtı geliyor, sonra tüm var oluş ve yok oluş aynı anda bir rakı sofrasına oturuyor. Benim de bilimle alakam bu yönde.
Birkaç zamandır tabletten piyano uygulamasını kurcalıyorum ama solfej bilgim yerlerde süründüğü için kulaktan bulmaya çalışıyorum sevdiğim şarkıları. Ah güzel şarkı, seni dudağımın arasından değil de parmak uçlarımdan duymak ne fevkalade bir mucizeymiş. (Buradan devraldım taslaklarımdan)
Eh, gelgelelim bu saatte buraya mucizeler anlatmaya gelmedim, zaten kadın peygamberlerden hiç bahsetmeyen -ımı ı iyli diğilci'ler selam- inanış alemine kırgınım.
Fena halde kandırıldım. Hiç ummadığım bir yerden ve bir anda vuruldum. Ağlamamı durduramadığım için chanel babet tamiri videolarına kadar izledim. Ve buna çok çok benzeyen bir şeyi tam sekiz sene önce yaşamıştım. Şu anda devamında ne olacak bilmiyorum. Yaradana bile sığınamıyorum, müthiş şaşkın ve üzgünüm. Ne ilgi bekliyorum ne başka bir şey. Ben bunu yazayım, biri de bilsin. Bilinmek istiyorum, başka hiçbir şey değil.
Nihayetinde üç gün sonra yine gelip, sessiz sedasız bir şeyler yazıp, kendi halinde neşemi anlatıp gideceğim.
Şu ağlamam bir dursun, sabah bunun gibi çok güzel bir şarkı söyleyeceğim. Dursun, dünyaya sıcak, samimi ve bağışlayıcı bir söz diyeceğim. Bir dursun.