yollarına baka baka

entry22 galeri video3
    21.
  1. 1950'li vakitlerde ığdır'a, sovyet rusyası'ndan kaçıp gelen aileye mensup azerbaycanlı abinin nefesinden dinlediğim, canlı kanlı dinlediğim en güzel ilk 10 türkü sıralamasında. En güzel türküyü bir yörük çadırında aynı topraklardan, aynı atalardan geldiğimiz bir ak sakallıdan dinlemiş, Her büyülü nağmeyle biraz daha sarhoş olmuştum.

    kalktık horasan'dan sökün eyledik. parlar omzumuzda uzun şelfeler. kurt sürüleri gibi dağıldık dünyaya, yayıldık mağrıptan maşrıka dek. kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımızı sind suyuna, nil suyuna sürdük. memleketler, kaleler, şehirler aldık, devletler kurduk. harran ovasına, mezopotamya’ya, arabistan çölüne, anadolu’ya, kafkas dağlarına, geniş rus bozkırlarına on bin, yüz bin kara çadırla kartallar gibi indik. uzun, yedi direkli, keçi kılından kara çadırlarımız… her birisinin içi insan hünerinin en büyük, en güzel, en ince renkleri, nakışlarıyla işlenmişti. ya şelfelerimiz, ya kılıçlarımız, hançerlerimiz, fildişi sapları altın işleme tüfeklerimiz, dibeklerimiz, hırızma, gerdanlık, tepeliklerimiz, kilim, keçe, çullarımız… harran ovasında binlerce kişi ceylanlara karışıp semah döndük. ulu şahinler gibi. şölenler tuttuk, kutsal cemler büyüttük…

    ulu denizlerden ulu denizlere dalgalarca çalkandık. o kıyıdan bu kıyıya vurduk. kaleler, şehirler, memleketler, ırklar, soylar karşımızda boyun eğdi. tutsak kıldık bir çağı. çok şey yaptık insanoğluna. ama onları hiçbir zaman aşağılamadık. insanları aşağılamak geleneğimizde yoktu. yoksula, yetime, düşmüşe, kadına, hangi soydan, hangi dinden, hangi ülkeden olursa olsun dokunmadık, saygıda kusur etmedik. dost olsun, düşman olsun onları bizim düşkünümüzden, yaşlımızdan, çocuğumuzdan, kadınımızdan ayırdetmedik. el aman demişin kılına dokunmadık. kalın, işlemeli, türlü damgalı yurtlar yaptık keçelerden, sıcak sağlam. hiçbir saray böylesine, bu yurtlar gibi görkemli olamazdı. dünyanın üstünde konduk kalktık, özgür, tutsak, yenilmiş, yenmiş…

    yüzyıllar geçti, parça parça bölündük, küçüldük, kara çadırlar soldu. ulu dağlara, sulara, topraklara, ovalara, ülkelere ad verip, damgamızı bastık. anadolu'da karşımıza çıktı kayseri dağı, ağrı, süphan, nemrut, binboğa, cilo dağı…
    vardık anadolu'da da karşımıza çıktı kızılırmak, yeşilırmak, sakarya, seyhan, ceyhan suyu… anadolu ovası tuz gölü, kehrübar sarası üzümleriyle ege ovaları…

    ve adlarımızı verdik sulara, ovalara, dağlara. anadolu'nun her karış toprağına damgamızı bastık. her karış toprağına bir ad bulduk, obamızın adını koyduk. unutulmasın, bir ulu toprakta soyumuz boy versin diye…

    düşürdüler bizi tozlu yollara, aşırdılar bizi karlı dağlardan. düşürdüler bizi haldan hallere…
    anadolu'nun taşıyla toprağıyla, akan suyu, esen yeliyle, binlerce yıldan bu yana işlenmiş, gelişmiş, yeşermiş, boy atmış kervansarayları, sarayları, tapınakları, ulu şehirleri, türküleri, gelenekleri, görgüsü, bilgisiyle bir olduk kaynaştık. etle kemik gibi…
    yağmurla toprak gibi…

    her bölüğümüz bir ilde, bir ülkede, bir toprak parçasında kaldı…
    çadırımızın her bir parçası bir yerde unutuldu, bir toprakta çürüdü. gür, sonsuz, ulu, kaynayan bir su gibi bir kökten çıktık. göz göz olduk…

    dağıldık, ufaldık, azala azala tükendik, bittik. artık türkülerimiz belki de hiç söylenmeyecek, semahlarımız dönülmeyecek, dostlar, canlar, erenler bir yürek olamayacak. ay gün bizim baktığımız gibi doğmayacak batmayacak. usumuz, geleneğimiz, göreneğimiz, ağacın tomurcuklanması, yelin esmesi, insanın doğması, büyümesi, ölmesi üstüne düşüncelerimiz, duygularımız bilinmeyecek, anılmayacak. çiçeğin açması, kaplanın heykirmesi, yağmurun yağması üstüne, toprağın yeşermesi, bir kartalın yumurtlaması, bir tor şahinin, uzun boyunlu tor atların alıştırılması, dünyaya, her yaratığa sevgimiz, dostluğumuz, onlardan bir parça olma gücünün harikulade sağlamlığı hiç bilinmeyecek, namımız insan soylarınca söylenmeyecek. birdenbire değil, binlerce yıldan bu yana azala azala, ufalana, küçüle, her toprakta bir parçamızı bırakarak tükendik…

    bir aydınlık su gibi bu toprağın üstünden aktık. geldik anadoluda da karşımıza çıktı kayseri dağı. ulu, temiz, alımlı, yakışıklı, ışığa batmış. kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımız…

    harran ovasında, mezopotamya'da yüz bin ulu kartal konmuş gibi kıl kara çadırlarımız. binlerce kişi, binlerce ceylanla birlikte semah tuttuk üç gün üç gece, kırk gün, kırk gece...

    yörük türkmen beylerini, yiğit delikanlıları, bir çiçek gibi narin ama bir erkeğin yiğidi kadar kuvvetli, birbirine sevdalanmisların, memeleri tomurcuklanmış kızların memelerinin kesilip oluk oluk kan fışkırdığını, toprağın 40 gün 40 gece kan aktığını anlatırdı da kelime eksilmezdi ağzından. 40 gün 40 gece daha anlatırdı...
    11 ...