Duygusal körlük yaşıyordum. Ne kendi hissettiklerimin ne de karşı tarafın hissettiklerinin farkındaydım. Bana her zaman anlamsız gelirdi insanlar. Sonucunda hem ben büyük zorbalıklar yaptım hem de bana yapıldı. Ha bak, şu da var, daha duygusal ve iyi bir toplum yapısı olsaydı, çok daha erken öğrenebilirdim. Herkes acımasız. Herkes sinsi ama herkes kendisini masum ve saf sanıyor. Masumiyet ile etrafında taraftar toplamaya çalışan insan dolu etraf. Masum rolü yapabilmek için gereken uyanıklık çok büyük olmalı. Neyse.
Vicdan azabı diye bir durumun içindeyim son zamanlarda. Gittikçe büyüyor. Öncesinde hiç bilmiyordum. Yıllar önce bir insanla son anlarımız sırasında, korkunç bir acımasızlıkla, onun beni hemen sevmeyi bırakmasını beklemiştim çünkü ben bırakmıştım. Onun o zaman sesinin titremesi şimdi benim boğazıma oturuyor. Nasıl yapmışım diyorum. Ona daha ne kadar fazlasını yapabilirdim? Neden onu dedim? Neden bağırdım? Neden telefonu öyle kapattım? Nasıl hayal kırıklığına uğrattım? Niye? Neden bir başkasına diğer şeyi yaptım? O daha fenaydı. Bir başkası. Bir başkası daha.
Hadi ben duyguları birkaç senedir iyi anlamaya başladım. insanlar doğduğu günden itibaren duyguları hissediyor. Her şeyin farkındalar. Nasıl bu yaşlara geldiniz yemin ediyorum anlamıyorum. Zaten çocuk yaştan itibaren her şeye böyle böyle mi alıştınız yoksa kendi içlerinizde acıdan deliriyor musunuz?
Sonra başka sorular çıkıyor ortaya. 20 seneden fazla hiçbir şey bilmeden yaşayan ben mi şanslıyım yoksa her şeyi bilenler mi?
Ben bilmediğim için mi kötü biriydim yoksa bildikleri halde benden daha farklı davranmayanlar mı kötü?
Böyle bir sürü soru geliyor insanın aklına. Bir şekilde ben büyüdükçe iç dünyam büyüyor ve o zaman fark ediyorum, insan olmak bok gibi bir şey. Böcek ya da kedi olarak doğmak bence daha iyi.