"Gök kubbenin ketun kızıllığın kucağında kaç can daha büyüyebilirdi?
Kaçı erişebilirdi kırılıp beyazlığının arasından toprağın koynuna?
Ya da günahlarıyla dökülüp mü sunardı ak parçalarını söyleşsin diye yalancı lapiskalara?
Belki de yağmur diye bizden aldığı kederini geri taşlayıp durdu avuçlarımızın içine
Ona lâyık gördüğümüzden sundu bize
Ve hep ağlak, daima mağrur.
Neden kanadı bu kadar ellerimiz uzanırken en pürüzsüz umuda?
Neden hep gözyaşı derdik bize gülümseyen yarınlara?
Yolculuğunu tamamlamadan, önümüze erkenden düşmüş damlaların bencil heveslerinde boğulmadı mı en berrak düşler gece yarıları
Oysa gözlerimize bulaşmış kirle pasla sayıkladık durduk yıldızların yalnızca karanlığa sunduğu şarkıları..
Pay biçtik ruhlarımızdan kopan çiçeklerin asık yüzlerine,
Raconu bu ya umudun; bileyleyip durduk içimize sığdırabilmek için gökyüzünü
Kim bilebilirdi sırtımıza saplananın kendi emeğimizle ucunu sivrilttiğimiz umut olabileceğini?
Katlimiz belli, katilimiz belli.
Sonra "hayat" denildi; bir kelâmla özetledi tüm yitirdiklerimiz, acılarımız, sevinçlerimiz, hatta ölümlerimiz..
Hayatın dışında soluk alıp verenleri sorup durma bana,
Onlar hâlâ gecenin uğranmayan sokaklarının mültecisi,
Onlar hâlâ günün uğranmayan saatlerinin sadık tiryakisi.
O halde topu yekûnu "hayattır" söylenen,
"Hayattandır"
Topu yekûnu çoktan kaderine terk edilmiş bir muamma.."