edirnekapı'da, şehitlik durağının dibindeki yükselen duvara oturdum. seni bekliyorum. konuşacak bir kaç cümle biriktirdim. seni görünce, diyeceğim. öncelikle, sana nasıl seslenmeliyim? adını unutmak için çok uğraştım, bir o kadar da hatırlamak için. berna desem direkt, mavi gözlerini bana çevirip efendim mi? dersin, yoksa, duymazlıktan mı gelirsin hiç bir fikrim yok. oysa, yeşil çimenlerin üzerinde ne kadarda uyumlu sana seslenişim. sesim bariton zaten. bir duysan için erir. ben sana hep yazarak seslendim, neden bir kere olsun adını sesli söylemedim diye de kızıyorum kendime. hakediyordum bunu ama zaten, kim hak ettiğini almış bu dünyada ki?
eskiden, yani bir elli altmış yıl önce bu edirnekapı denen yer yine mezarlıkmış ama o kadar çok ölü yokmuş. şehitleri gömmüşler buraya. onları inceledim seni beklerken, çok eski olanların üzerinde tespih koymuşlar. üzerine basarım diye şehit mezarlarının dikkatli davrandım. ayakkabılarım sarı sarı çamur oldular. hüzünlendim. sanki, bu şehitlik sessizliği ile benim yüreğimi anlatıyor birilerine. yüreğimde aynı böyle berna, sessiz. çıt çıkmıyor. burada insanlar şehitlere saygısından huşu içinde yürüyor, benim yüreğime gelenlerse hiç bir şey olmadığı için. bağır çağır gezsen ses çıkmaz bazı yerlerde hani, öyle bir boşluk.
berna ben o kadar güçlü değilim, saatlerdir seni bekliyorum ama galiba, sen buradan geçerken sana seslenecek güç yok bende. bu sebepten belki de, buraya yazıyorum sana söyleyeceklerimi. keşke, birazcık gıdım bende bir hal olsaydı da, olsaydık be.
geçen gün rüyamda gördüm seni, beraber yemek pişiriyorduk. sen boşnak ninenden öğrendiklerini anlatıp durdun, bense bizim karadeniz mutfağından bahsettim. hep ot mu yiyorsunuz? gibi bir laf söyledin. gerçekten de hep ot üzerine mi kurulu bizim mutfak? ah berna, ne kadar da güzel konuşuyoruz bak rüyamda. gerçekte de böyle olsun isterdim.
neyse, kalkayım ben buradan. yol gider, beni beklemez. senin geleceğin yok, gelsen de ben sana seslenemem zaten.