hegel, kant'ın metafiziksel sorunların bir kısmının usa duyulan sınırsız güvenin bir yanılgı olduğu gerçeğinin yadsınmasından dolayı var olduğunu. ve çözümünün usun kendi üzerine dönmesi, düşünmesi veya başka bir deyişle düşünümlemesi ve sınırlarını belirlemesiyle, sorunun kökensel probleminin de aynı kaynaktan olmasından dolayı bu etkiyle çözülebileceği düşüncesini, aklı sıra kant'ın metafiziksel sınırlandırmasının, bilgi ve bilginin alıcısı olan usun arasındaki ayrımın, bilginin elde edilişindeki zaman ve mekanın yani başka bir deyişle sunuluşun ürünlerinin tanıtlanmış bir önerme değil, varsayım olduğunu belirterek ve sonunda ''doğruluk korkusu'' denilen boş bir söz grubuna bağlayarak gerçek anlamıyla varsayımsal olan kavramın doğruluğu, ussalın gerçekliği yani idealizmin doğruluğu düşüncelerini göz ardı ediyor ve kant için sözde hazırladığı tuzağa kendisi düşüyor.
ussal olanın gerçek olduğu varsayımı, zorunlu bir anlam taşımamakla beraber, hume'un bahsettiği nedensellik ilişkisi yanılgısında olduğu gibi bu da empirik bir evrensellik bir yanılgısıdır. kant, hegel'in varsayım olarak kabul ettiği; ancak gerçekte tanıtlanmış önermeler sonucunda var olan usun sınırını, duyunun yanılgılarından yola çıkarak aynı şüpheyi akla yöneltmekle başlamıştır. aklın apriori kategorilerini ve uzay ve zamanın aprioriliğini keşfetmiş, bunları belirli bir sistematik halinde açımlayarak, kendinde şeyin tanımı gereği bilinemeyeceğini savunmuştur, bunun açıklaması burada yapılamaz; zira oldukça uzundur. saf aklın eleştirisi boşuna o kadar uzun değildir ancak bunların bilinmesi hegel'in varsayım diyerek geçiştirdiği önermelerin, önerme olduğunun doğruluğunu ortaya koyar. tabii bana kalırsa kant'ın yanıldığı nokta kendinde şeyin bulunduğunu varsayması olmuştur. bu da tözün varsayım olarak ortaya çıkışına, savunduğum göreceli varoluşa ve bu göreceliliğin fenomenolojiye bağlanışına ve var olanın yalnızca fenomenler olabileceği düşüncesine kadar girer.