şimdi tutup senin eline gök yüzünden yıldızları bir bir saysam bozuk para gibi, dönüp bana bunlar ne dersin hilal kaşlarını kaldırarak. oysa ben, gömleğimi yırtmışım o incir ağacına çıkarken. dikiş tutmaz anneme de gösterdim. kadıncağız bayramlığındı o senin deyip paraladı beni.
mahallemizden trenler geçiyor, eski fransız yapımı ta 40'lardan kalma. belki elli sene önce çiçekli elbiseli kadınlar binerdi fötr şapkalarıyla, ayaklarında topuklular. şimdiyse, kapanmayan kapılarına asılıyorum adını haykırarak. hoş, bir yirmi sene sonra daha modernleri ile değiştirecekler o trenleri. benimse hala kulaklarımda çınlıyor kapadak kupadak sesleri.
cankurtaran mı? böyle sarı bir toz var üzerinde, ne bileyim ben ne olduğunu. ayasofya var sonra, kubbesi gökyüzünde, üzerine çıkarsam belki ayı da getirebilirim avuçlarının içine.
ne bileyim anlatmak isterdim divan yolunda enver paşa'nın yürüyüşünü. ihtilali görmedim ben ama 20 yıl sonra göreceğim ulu orta bir denemesini. enver paşanın tankları yoktu, beyaz bir kırata binerek geldi tıkıdak tıkadak onca yolu, bastı bab-ı aliyi. 20 sene sonra tanklar sürdüler ortaya, millet önüne yattı tankların. ben senin önüne yatardım sen tank olsan ama sen tank değilsin. keşke olsan, en azından yatacak yerim olurdu.
sahi, ayasofya ve sultanahmet camiilerinden okunan ezan sence de düet gibi değil mi? hocaların sesi de güzel yalnız. kösem sultan'la ibrahim sultan sefalar sürüyor bu sesle. güzel bence. sonra pargalının sarayı var. hani şu, kanuninin can dostu. idam ettirdi ya la 500 yıl önce, ben 500 yıl önce yaşamadım ama anlatıyor bazıları. benim de hikayemi anlatırlar mı bundan 500 yıl sonra. keşke birileri çıkıpta söylese. hiç ölmem böylece.
unutuyorum, unuttukça daha fazla şey hatırlamak gibi bir lanetim var. yanakların poğacaya benziyor. nasıl deme, istanbul poğaçasına. ben ki 7 iklim gezdim, görmedim istanbul poğaçası gibisini. içince 3-5 damla peynir full yağ. mide yakar. senin yanakların da gönlümü yaktı. çok benzerler bence.