çok eskiden gördüğüm ve hiç unutamadığım bir rüya gibidir.
babanemin evi kumkapı istasyonuna bakardı. orada kaldığımız gecelerin sabahlarında banliyö treninin o bildik türküsüyle uyanırdık.
paslanmış rayları, 60'lara ait binaları, kocaman zenith saatleri ve sanki kendileri de o zamanlarda yaşıyormuşçasına sakin ve tasasız görevlileri, istasyon amirleri ile tren istasyonları zaman içinde geçmişe bir yolculuk gibiydi. ve trenler de birer zaman makinesi...
kazlıçeşme'ye kadar o eski ahşap evlerin arka bahçelerini, küçücük balkonlarını, cumbalı pencerelerini seyrederek gidersiniz. o küçücük ahşap evlerin kutu gibi odalarında hala mualla hanım ile necdet bey' lerin yaşadığını hayal edersiniz. orada yaşanmış ve yaşanmakta olan hayatları düşünürsünüz.
oysa artık o viran evlerde köylerinden istanbul'a göç etmiş, kötü koşullarda yaşam mücadelesi veren, yoksul insanlar oturmaktadır. mualla hanım ile necdet bey ise oraları terk edeli çok olmuştur.
ama bunu düşünmek istemeyiz. hayalimizdeki o eski istanbul'u yaşatmak isteriz. sessiz, güzel ve tertemiz haliyle...
benim banliyö trenimde tinercilere, yan kesicilere yer yok! benim trenlerim tertemiz insanları evlerine ulaştırır. alınteriyle çalışıp yorulmuş, beşik gibi sallanan trenin o bildik ninnisiyle uyuyakalan o insanları...
benim banliyö trenim hala 1960 larda. hala yepyeni. hala kendi hikayelerini anlatmaya devam edecek. birgün toparlanıp bir hurdalığa atılsalar bile...