Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin %35’i dolaysız, %65’i dolaylı vergilerden oluşuyor. Dolaylı vergilerin %91’i harcamalar üzerinden alınan KDV ve ÖTV gibi vergilere, geri kalan %9’u da işlemler üzerinden alınan damga vergisi gibi vergilere dayanıyor. Yani Türk vergi sistemi asıl olarak harcamalar üzerine yüklenen vergilerle ayakta duran bir sistem görünümü sergiliyor. Dolaylı vergilere yüklenmenin vergiye direnci düşürme ve toplanma kolaylığı gibi üstünlükleri var. Kişi harcamayı yaptığında fiyatın içinde bulunan KDV ve ÖTV gibi vergileri satıcıya ödüyor. Satıcı, devlet adına topladığı bu vergileri belirli tarihlerde vergi idaresine yatırıyor. Böylece devlet bir taşla iki kuş vurmuş oluyor:
(1) Vergiyi, satılan malın fiyatının içine gizleyerek vergiye direnci engelliyor.
(2) Malın satıcısını vergi tahsildarı olarak ücret ödemeksizin istihdam ediyor.
Bu işten vergiyi devlet adına toplayan satıcı da kazançlı çıkıyor. Çünkü satıcı, bu hizmetine karşılık ücret almamış olsa da satışlardan topladığı vergiyi devlete yatıracağı tarihe kadar nezdinde tutarak bir çeşit işletme sermayesi olarak kullanma imkânı elde ediyor. Bütün bu üstünlüklerine karşın dolaylı vergiler gelirin kazanılması üzerine değil, harcanması üzerine dayandığı için, çok kazananı değil çok harcayanı vergilendirmek gibi bir adaletsizliğe yol açıyor. Gelir yükseldikçe harcama azalıp tasarruf arttığı için, düşük gelirlinin harcamasının gelirine oranı, yüksek gelirlinin harcamasının gelirine oranına göre daha fazla çıkıyor. Bu da onun nispi olarak daha fazla dolaylı vergi ödemesine neden oluyor. Özetle dolaylı vergiler nispi olarak düşük gelirliden daha çok vergi alınmasına yol açtığı için adaletsiz bir sonuç yaratıyor. Gelişmiş ekonomilerde dolaylı ve dolaysız vergiler arasındaki oran yarı yarıyadır.