"Göklerdeki babamız; Yerin günahını aziz kanı ile üstlenen yüce isa, kutsal bakire Meryem... Bu yüce isimler adına, mırıldandığım ve içimde saklı günahlarım için kendime acıyorum Tanrım. Mabedin ruhunu gölgeleyen içsel ve zihinsel günahlarımı affet, beni günahlardan koru, kalbime dirayet, bedenime huşu dolu göksel aşkı sirayet ettir. Bedenini ve ruhunu sana adayan, isa ve Meryem ışığı altında olan, aziz ve azizelerin yolunu yol bilen kulun ve mabedinin kölesi olan... Beni affet ve beni benden muhafaza et Tanrım."
(her dua bir sebep ya da sebepler barındırır)
Kilisenin duvarları bedenime serinlik veriyordu. Bu serinlik kutsanmış olmanın şevki ile mutluluğuma mutluluk katıyor, ettiğim dualar mabedin kubbesinde yankılanarak; mumların ateşi âdeta mistik yanım için alev alev dans ediyor gibi hissediyordum. Bu hisleri birkaç aydır hissetmiyorum! içimde depreşen bazı hislerin buna engel teşkil ettiğinin ayırdındayım. Uzun seneler aynı yolu kullanmama rağmen, geçtiğimiz ay, senelerce "Garip" bir yerin önünde geçtiğimin farkına varmıştım. ilkin garip olarak tanımladım bu yeri ve gözlerimi sakındım buradan. Hatta önündeki kaldırım yerine karşısında olan kaldırımı kullanmaya başladım. itiraf ediyorum; karşı kaldırımdan içerisi daha net görünüyor... ilk gördüğüm kare, küçük küçük evlerin arasından renkli dehlizlere doğru uzanan merdivenler, basamakların erkekler kalabalığındaki kaybı ve pencerelerden sarkan memeler! Karenin en baskın tonları ve işareti memeler ve bıyıklardı. Burası şehvet satın almaya gelmiş erkeklerin kadınlarla pazarlığa yatak paylaştığı genelevdi. Kareden içimdeki korku ile karışık hislerle uzaklaştım. Uzaklaşmak bir mesafe ölçüsüydü, oysa insanın içinden uzaklaşması olur şey değildi. Ölçüsüzlük içimde edepsiz şeyler örüyor, bu örgü daha çok geceleri nüksediyor ve rüyalardan gerçeğe sabah aydınlığında arama sular bırakıyordu! Kaç defa bu kare rüyama girdi hatırlamıyorum. Bir keresinde memelerin en süt beyaz olanına dudağı örtük bir bıyık dokunuyor, süt beyaz içindeki mavi damarlar bir yol gibi genişliyor ve genişleyen yollardan basamaklar ortaya çıkarak, basamakları erkekler ve kadınlar dolduruyordu. Sert ve simsiyah fırça gibi olan bıyıklarla gıdıklanan memenin sahibesi kıkırdıyor ve kadının yüzü yüzümle değişiyordu! Sıçrayarak yataktan kalkmıştım ve bacaklarımın arasında deli bir deniz ben uykudayken uyanmış da bana sular seller gibi iz bırakmıştı. Sularıma dokununca, göz göze geldiğim haç beni çok utandırmıştı. Cansız bir eşyadan utanmak gibi gelir bilmeyene ama ben bilmeyenlerden değil bilenlerdenim. Bir başkası olsa yataktan sıçrayarak uyanmaz, bıyıkların arasında olan kalın ve diri dudaklar arasında ezilmeyi... Ne dediğim umrumda ve böyle şeyleri düşünmek bile kalbimi ürkütüyor. Bir ses kare değişiminin kışkırtıcı bir fikir olduğunu söylerken, öteki ses iblisvari fikirlerden tanrıya yaklaşmayı öğütlüyordu. Şehvet daveti ile öğüt icabeti arasında gidip geliyordum ve tam da bu ifâde; gidip gelme ifâdesi bile icâbet yerine davete göz kırpıyordu. Bedenimin her zerresinde, kelimelerin içindeki giz apaçık olmuştu bana. Davet içimdeki yangını kamçılarken, icâbet dürtüsü yangınlarım içine buzul bir soğukluk serpiyordu. Bedenim melek ile iblis arasında git gel yaşıyor, Erkekler ve Kadınların şehvet muhabbetinden payıma arada kalmışlık gel gitler düşüyordu.