daha yeni alınmış spor ayakkabı gibi
gıcır gıcır bir suluboya portreydin
evin hınzır çocuğu pek severdi seni
rengarenktin
seni hep yanında taşırdı
koltuğunun altına alıp
onun boyuna büyük gelirdin
zorlanırdı taşırken seni
ama bırakmazdı
rengarenktin!
zaman geçmişti
hava soğumuştu
güneş yüzüne vurmuyordu artık
artık renklerin parlamıyordu
alıskanlıktın onun için
artık sadece alışkanlık
sigara gibi
bırakmak isterdi
ama kolunun altının boş olmasını göze alamazdı
hep cesur göründüğü halde
bir gün dışarda sen yine koltuk altındayken dolaşırken
burnunun ucuna bir damla düştü
senin daha önceden asılı durdugun duvarın tam karsısındaki
televizyondan gördügün yagmurun gelmekte oldugunu anlaması pek de uzun sürmedi
yazın başından beri yağmur yağmıyodu
özlemişti yağmur altında su birikintilerinin üstünden zıplamayı
seni taşırken zor oluyodu koşturması
katlamaya çalıştı
ama çerçevelerin vardı, beceremedi
o da seni yağmur dinince almak için bi köşeye bıraktı
ama usulca değil, umursamazca...
koşturdu yağmur altında fütursuzca
zıpladı su birikintilerinden dilediğince
sonra yoruldu, yağmur da dindi zaten
sen geldin aklına
koşarken uzaklaşmıştı bile seni bıraktığı yerden
almaya geldi
ama yağmur gözyaşı olup akıtmıştı boyalarını
renklerin parlamıyordu güneş tam tepende olduğu halde
artık bir portre değildin bile
eskiden en hası olduğun halde
artık rengarenk değildin
ve o
sadece rengarenkleri severdi...