nazım hikmet ran

entry2956 galeri video22 ses1
    2903.
  1. 1827 yılı..

    almanya’nın magdeburg şehri…

    bu şehirde ludwig carl friedrich dedloid adında bir erkek çocuğu dünyaya gözlerini açar.

    büyüdükçe huzursuzluğun ne olduğunu anlar, çünkü annesi ve babası sürekli kavga etmektedir.

    aileyi ve carl’ı çok seven yakınları, bu kavgalardan etkilenmesin diye carl’ı bir yetimhaneye verirler.

    12 yaşına kadar bu yetimhanede kalır carl, çok eziyet çeker, dayak yer ve artık kaçmaya karar verir. bir gece çarşafları birbirine bağlar ve kaçarak hamburg’a gelir.

    daha 12 yaşındaki carl, bir gemide miço olarak iş bulur. çok sıkıntılı bir 3- 4 ay geçirir. miço olduğu gemi istanbul boğazından geçerken kız kulesini görür carl, denize atlar ve kız kulesine kadar yüzer.

    o sıralar kız kulesi cüzzamlıların kapalı tutulduğu bir minik adadır. carl yakalanır ve emin ali paşa’nın yanına götürülür. paşa sorar niye kaçtın diye, dayaktan der, peki de 3- 4 aydır denizlerdesin neden istanbul der paşa, çocuk kız kulesini gösterir, bu kule yüzünden, ben bu kuleyi çok sevdim…

    tabi bu büyük bir haber olur, almanlar çocuğu ister ama emin ali paşa vermez ve himayesine alır.

    adı mehmet ali olur, askeriyeye gönderilir. eğitimler alır ve sonunda paşa olur, artık adı carl dedloid değil, mehmet ali paşadır. çok başarılı bir asker olur, bir çok savaşta ve anlaşmada osmanlıyı temsil eder.

    bu arada evlenir, dört tane kız çocuğu olur. evlatlarından birisinin adı leyla hanımdır, leyla hanımın da bir kızı olur, adını celile koyarlar. celile hanımın da bir oğlu olur.

    adını nazım koyarlar, nazım hikmet.

    yani nazım hikmet, 12 yaşında kız kulesine sığınan adı carl dedloid olan sonra da mehmet ali paşa’nın torunudur.

    Sevda yüzünden ölmenin ayıp olmadığını öğreten adam ışıklar içinde uyu…

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1964266/+

    GÜNEŞi iÇENLERiN TÜRKÜSÜ

    1924

    Bu bir türkü:
    – toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü:
    – alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    işte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş’emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!
    4 ...