football manager 2009

entry340 galeri video3
    141.
  1. hayatımı cehenneme çeviren oyun. 4-5 gündür aralıksız oynuyorum. arada bir sözlüğe bakıyor "ulan bu adamlarınkinde heralde bi sorun var benimki afedersin gavur amı gibi çalışıyor" diyordum. ta ki bu sabah 07:37 semalarına kadar.

    öyle böyle değil sevgili sözlükçüler. 3 küloluk laptop'ımı sırf bu oyun için peşimden getirmişim trabzon'a, ama sen gel gör ki oyunun skininde değiliz ki bir çırpıda, iki yılı devirdiğim oyunu siktirip attı.

    şimdi olayı özetlemek gerekirse, trabzonspor takımının menajerlik görevine katıldığım ilk günden beri, başkanımız sadri şener'le birlikte hedefimiz daima şampiyonluk olmuştu. 2008-2009 sezonunda takımımızla yolumuza emin adımlarla başladık. ard arda gelen galibiyetlerle 7. hafta sonunda liderliği elimize aldık ve namağlup olarak ligin zirvesine oturduk. ancak 12. hafta dolaylarında sanıyorum konyaspor'a karşı kendi evimizde 2-1 mağlup olunca, taraftarımız tarafından maç sonunda yine alkışlanmış olsak da liderliği yakın takipçimiz galatasaray'a kaptırdık. devre arasına kadar galatasarayla başa baş bir mücadele sergiledik ve devreyi galatasaray'ın bir puan gerisinde ikinci olarak kapattık.

    devre arasında taraftarımızın son yıllardaki en büyük çilesi olan sol kanat oyuncusu transferini gerçekleştirmek amacıyla yönetimle masaya oturduk ve alınan kararla birlikte yaklaşık 13 milyon dolarlık bir bütçe sadece sol kanat için ayrıldı. burdan bunun için sadri başkana büyük teşekkürlerimi sunuyorum. ardından hemen transfer çalışmalarına başlayıp, brezilya, arjantin, meksika gibi hızlı, kıvrak ve teknik oyuncuların bol olduğu liglere gözlemciler gönderdik. kendimiz de bu arada ingiltereye uçtuk.(tabi biraz da tatil amaçlı) yaptığımız gözlemler sonucunda gönderdiğimiz gözlemcilerle ya da kendimizle de alakası olmayan, schalke 04 ile sezon başında sözleşme imzalayan ancak almanya'da aradığını bulamayan jefferson farfan adlı genç yıldız oyuncuyla yaklaşık 12 milyon dolara anlaşma sağladık. bu transfer sonucunda sadece trabzonspor taraftarı değil, tüm türkiye'nin diline dolandık ve beklentileri en üst seviyeye taşıdık.

    ikinci devreye sükse yaratan transferimiz farfan'ın da büyük gayretiyle mükemmel bir başlangıç yaptık. üst üste galibiyetler alarak, hem zirveyi yeniden ele geçirdik, hem de rakiplerimize fark atmaya başladık. artık tüm gazeteler ve televizyonlar esen karadeniz fırtınasından bahsetmeye başlamıştı. nihayet sene sonu geldiğinde, hedefimiz olan şampiyonluk kupasını, ankarasporla kendi evimizde yaptığımız maçta kaldırdık ve uzun süren hasreti gidermiş olduk.

    gel gelelim bu yıla. yani 2009-2010 sezonu. trabzonspor'un asıl uyanış yılı olarak adlandırılıyordu. gazete manşetlerinde "gelsin liverpool gelsin inter" "eskisi gibi yine devleri yeneceğiz" "vira bismillah" nameleri geziyor, trabzon şehri karnaval şehrine dönüyordu. beklentiler o kadar büyüktü ki şampiyonlar liginde rekorlar kırmak istiyordu taraftar. her ne kadar bendeniz ve sayın şener temkinli demeçler versek de artık geri dönüşü olmayan bir baskı vardı futbolcularımızın üzerinde. işte biz de bu baskıyı iyice üstlenecek bir kaç transfer yapmalıyız dedik ve kolları sıvadık. "geçen yıl şampiyonluktan kazanılan ne kadar para varsa hepsi senin, yeter ki en iyi transferleri yap" diyordu sayın şener bana. hiçbir zaman parayı düşünmedi sağolsun başkanım, hep kulübün menfaatlerini, başarılarını istedi.

    biz de taraftarımızı ve başkanımızı yüzüstü bırakmamak adına transfer girişimlerine başladık. 28 milyon dolarlık bir bütçe sağlanmıştı ve biz de bu bütçeyi iyiye kullanmak için elimizden geleni yapmaya çalışıyorduk. görüştüğümüz bir kaç takım vardı transfer için, ancak futbolcular trabzon'a gelmek istemediler. ama yine de büyük transferler yapmayı başardık. neticesinde şampiyonlar ligasında top koşturacaktık ve takımımızda yıldız istiyorduk. öncelikle trabzonspor taraftarını sevindirmek ve takımımıza ciddi bir hücum gücü katmak amacıyla fatih tekke'yi renklerimize bağladık. şunu belirtmeliyim ki bu transfer türkiye'de özellikle konuşuldu. tekke'nin yaşlandığını, şampiyonlar ligasında başarılı olamayacağını, eski gücüne gelemeyeceğini iddia ettiler. ancak ben bu iddialara yüz vermedim. orta sahaya, bir dönem manchester city forması altında da oynamış ve bu forma altında yıldızlaşmış, ancak 2008-2009 sezonunun son günlerinde arsenal kulübüne transfer olmuş ve takımda fazla forma şansı bulamamış ancak çok yetenekli olduğuna inandığım elano'yu transfer ettik. dünya bu transferi konuştu. savunmaya sjrna'yı aldık ki, kendisine inanılmaz fahiş bir rakam naklettik. ancak bu rakamı kulüp idari sorumlularının isteği üzerine açıklayamayacağım. bir kaç genç futbolcuyu da takımımıza katıp, artık takımda yeri kalmayanları da gönderdikten sonra sezona başladık.

    favori trabzonspor'du. hatta kimse ligde kim şampiyon olur demiyordu. ligtv de yayınlanan maraton programında, erman toroğlu adlı yorumcu şu sözleri söylüyordu trabzonspor için: "ben kendimi bildim bileli böyle bir hava görmedim trabzon'da. yahu eskiden dolmuş şöförlerine şurdan bir öğrenci alır mısın diye sorsan, üniforman nerde, pason nerde, hani kitapların defterlerin der, ilkokul öğretmenine kadar sorar ayrıntı ister bezdirirdi. ama geçen gün trabzon-antep maçından sonra aracım arıza yapıp dolmuşa binmek zorunda kaldım. yanımdaki hanım kızımız çekingen bir şekilde parayı uzatıp malum soruyu sordu. şöfürü göreceksin şansal, önce bir gülücük attı dikizden. sonra da bir eli havada "tirabzon aşkına bugûn hebunuze beleş dolmişlar eheeeyy" diye bağırmaz mı. işte sevgili şansal, trabzonspor'un ne kadar iddialı olduğunu gördün."

    bu bağlamda biz de başarıları ardı ardına sergilerken, uefa'dan gelen haberle sarsıldık. geçtiğimiz sezon avrupada türkiye'den hiçbir takım gruplara bile kalamadığı için, biz de şampiyonlar ligine 2. turdan başlayacaktık. bizim için sorun değildi. ancak kurada, yine geçtiğimiz yılın lig 4.'sü olan a.c milan takımı rakibimiz olunca "şansımı sikeyim" diye haykırmaktan kendimi alamadım. velhasılkelam, "biz de inandık siz de inanın bizim için bu maçı alın" tezahüratlarıyla çıktığımız ilk maçta, hüseyin avni aker'de milan takımını 2-0 yenerek, tarihimize yakışır bir skor aldık ve bu maçta iki golün ikisini de atan fatih tekke, takımımıza ne kadar yararlı bir futbolcu olduğunu, bitmediğini, yaşlanmadığını gösterdi. maç sonucu göz yaşlarıma engel olamadım. ama bir barcelona faciası daha yaşamak istemiyorduk ve rövanş için, rocky'nin rus boksörle yapacağı maçtan önceki antrenmanları gibi çalışıyorduk. maç günü gelmiş ve sansiro'da yaklaşık 3 bin trabzonspor taraftarının alkışlarıyla sahaya çıkmıştık. bizim için ya tamam ya devam maçıydı.(hadi canım) hakemin itaylan asıllı rus olması bizi işgillendirse de maça olan konsantrasyonumuz sayesinde bu sorunların üstesinden gelebiliyorduk. ancak ne acıdır ki, henüz dakika 7(yedi) olmuşken, patates cipsi markası gibi adı olan pato tony sylva'nın sağından topu filelerle buluşturmuş ve skoru 1-0'a getirmişti. bu dakikadan sonra milan, adeta aslanın kediyi sıkıştırması gibi sıkıştırıyordu bizi. arada bir song veya egemen'in arkaya sektirdiği toplar yüzünden kalp atışlarımız 160'lara vuruyor, topların outa gitmesinden sonra kabız olan birinin sıçması gibi rahatlıyorduk. ama yine o patates cipsi kılıklı çocuk 21. dakikada ikinci golü atınca adeta zaman duruyordu. her şey ağır çekimde ilerliyor ve gözümün önünden kayıp gidiyor gibiydi. kendimde değildim. soğuk kanlı olup futbolcularımı motive etmem gerekirken, başım dönüyor midem bulanıyordu. tam o sırada tribünlerden gelen bir su şişesi kafama vurmuş beni kendime getirmişti. hala berabereydi durum. hala bir umut vardı. milan da kurduğu baskıdan sonra yorulmuş, kendi sahasına çekilmiş ve devrenin bitmesini beklemeye başlamıştı. neyse. ikinci devreye başladıktan sonra mücadele orta sahada sürmüş ve artık herkes maçın uzatmalara kalacağına inanmıştı. ancak. işte o an gelmişti. san siro'da muazzam bir sessizlik olmuştu. o an yanımda arkadaşıma bir şey söyleyen ben, ekrandan gözlerimi ayırmış olmam yüzünden olanların farkında değildim ama sessizliği farketmiştim. ekrana baktım. ve bordo mavi bir şeylerin yanıp söndüğünü gördüm. gol olmuştu. aman tanrım gol. ümitlerin yittiği, çaresizlik içinde kalmış olduğumuz anda, gandalf'ın miğfer dibi'ne yetişmesi gibi, fatih tekke de bizim imdadımıza yetişmiş, sjrna'nın yaptığı ortaya kafayı vurup milanı devirmişti. sevinç çığlıkları atıyor, dünyayı yıkıyordum. evde misafir olmama rağmen ana avrat sövüyor sevincimden yerimde duramıyordum. ancak bir anda her şeyi idrak ettim ve korkak korkak ve yavaşça dakikaya baktım. ya dakika henüz 70 ise? ya 75 ise.? ya 76 ise. tanrım ne olur olmasın. ama dualarım kabul oluyordu. dakika 87 yi gösteriyordu. ve evet. bitmişti maç. şampiyonlar ligi ön eleme turunda milan'ı devirmişti trabzon. işte tüm dünya artık tekrar şahit olmuştu bu takımın büyüklüğüne. tüm dünya yıllar sonra yine trabzonspor'u konuşmaya başlamıştı.

    işte sayın sözlükçüler. o maçtan sonra, tam da o maçtan sonra, bir save alayım dedim. ne olur ne olmaz dedim. ne bileyim; şarj biter, elektrik gider, eve uçak falan girer. aldım save'i. içim bir rahat ki sorma gitsin. ancak save aldıktan sonra içime bir kurt düştü. ne olur ne olmaz dedim. oyundan çıktım. save dosyasını buldum ve bilgisayarımın dörtbeşbin yanına kopyaladım. işte olanlar ondan sonra oldu. oyunu tekrar açmak istediğimde dosya hasarlı hatası verdi. inanamadım. gözyaşlarına boğuldum. ne yaptıysam olmadı. evirdim çevirdim yok. tınlamıyor. bütün uzmanlığımla deliler gibi geri getirmeye çalıştım, düzeltmeye çalıştım yok. yok yok yok. evin altını üstüne getirdim o an. sikerim misafirliğini dedim vurdum kırdım. kendimden geçtim. alkole verdim kendimi.

    ve şimdi soruyorum. ulan ibneler. aynı şeyi fm08'de de yaptım. hem de defalarca. onda nden bir şey olmadı ulan. neden bunda hata veriyor ulan. sizin teknikerlerinizin hepsini tek tek fatih tekke siksin ulan. sittrieee.
    *
    58 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük