liseden sonra tanıştım dostoyevski ile. hayatımın epey karanlık bir dönemiydi, tutunacak bir dala ihtiyacım vardı ve kendimi epey uzun süredir iyi hissetmiyordum.
cemal süreya, hayatını üç kısma ayırır ve 'dostoyevski okudum, o günden sonra kendimde değilim' der.
lisenin yeni bittiği günler, ben de hemen hemen bu duruma düştüm. dostoyevski'nin karanlık, renksiz dünyasını 'ölüler evinden anılar' kitabı ile tanıdım. öylesine büyüleyici bir dönemdi ki, beni peşinden sankt petersburg'a kadar sürüklemişti öyküleri.
nereden baksam 7-8 sene geçmiş üstünden. bu süreçte (her sene bir defa olmak üzere) ölüler evinden anılar kitabını derin bir ıstırap eşliğinde okurum.