çocukluğumun efsanesi mavi bakkal'a...
sen varken ben bilmezdim o diğer bakkalların daha ucuz ya da daha kaliteli mal satabilceğini.
çünkü benim hayatım yaşımdan kaynaklanan imkan ve mesafelerle sınırlıydı.
o sınırlar içinde mavi bakkal vardı sadece, bilmezdim bakkalların diğer renklerini.
kapının sol tarafında file içinde plastik toplar asılı olurdu, beno toplardan hem en güzel renklisini, hem en iyi şişirilmişini hem de yamuk olmayanını seçmek için dakikalarca uğraşan nesildenim.
5 dakika sonra patlayınca seçerken nerde yanlış yaptığını düşünen...
ağacın tepesine kaçtığında hiçbir şeye aldırmadan ağaca tırmanan, dizlerindeki yara izleri hala geçmeyen...
tek tük mahalle bakkalları kaldı artık, ismini "market" ile değiştirmeye hazırlanan.
sen ismini değiştireli çok oldu, alanın da genişledi zaten.
ama beni en çok şaşırtan, çocuk aklımla, ne kocaman olmandı ne de ismini değiştirmen.
"mavi market" değil de "gül market" olmasıydı isminin.
sen "mavi bakkal"dın...
zaten sonra benim mesafelerimde büyüdü yaşım gibi, başka marketlerle tanıştım.
sen market olduktan sonra leblebi tozu satmamaya başladın.
artık hep anneler için bir şeyler satıyordun.
deterjan, et, sebze...
demek ki market olmak böyle bir şeydi.
raflara düzgünce dizilmiş, çeşit çeşit çikolatalar hiç ilgimi çekmemişti.
çünkü içlerinde çokomel yoktu, çünkü onların kağıtlarıyla yüzük yapılmıyordu, kağıtları düzleştirilip kitabın arasına koyulmuyordu.
tozlu da değildi hiçbiri...
sanki ismin değişince daha bir hijyenik olmuştun. sen bakkalken bir şey aldığımızda önce paketteki tozu silerdik, ritüel gibiydi bu...
düzen gitmeni gerektirdi biliyorum.
değişmen gerekti devam edebilmek için.
kızdığımdan yazmadım, özlediğimden...