Göğe yere takılmayın, atatürk dinlerin insanlığın ürünleri, üretimleri olduğunu çok genç denecek yaşta anlamış ve hayatını hayallerle bulandırmamış gerçeğe gözlerini açmıştır.
gerçeğe sonunda size acı verecek olduğunu bile bile gözlerinizi açabilmeniz kolay bir mesele değildir.
Dinler tanrıyı kılıktan kılığa sokmuş, tanrıyı bir çok yönüyle insanileştirerek tanrılıktan uzaklaştırmıştır.
Tabi burda uzaklaştırılan, 'inanılan yani kurgusal' tanrıdır.
Kendisinden uzak olduğumuz ise 'inanılmayan/bilinmeyen yani olgusal' tanrıdır.
Yine de burdaki Tanrı olgusu sana göre bana göre ile açıklanamaz. Biz onu adalet kaynağı olarak tanıyacağız, ki dinlerdeki tanrılar adaletsizdir.
Biz onu beyana yani inanca göre değil davranışına göre insanı değerlendireceğine inanacağız, ki yine dinlerdeki tanrılar hiç böyle değildir.
Din tanrıyı kendi davasına alet edenlerin ürünüdür. Peygamber, yoktan var ettiği tanrısıyla kimi insanları bir araya getirirken yine o bir araya gelenleri mecburen digerlerinden koparandır.
Dinlerin hepsi hem bir birliktelik hem bir bölücülüktür. Bu alışıldık ve sarsılmaz bir yasa gibidir adeta. Zira Hep böyle olmuştur. Dinler Hem dostluğu hem düşmanlığı doğurur. Ayrica yeryüzünde Hiçbir şey Dinlerin verdiği zarardan daha büyük bir zarar verememiştir insanlığa.
Bu bölünme meselesi bırakın dinler arası bir mesele olmayı dinlerin kendi içinde mevcuttur zaten. 'Geniş çerçeveden' bakıldığı zaman dinlerde insanlık için hayır yoktur.
Ama biz hep dar bakanlardanız. Öyle huzurluyuz, avunmamızı sağlayan şey bizim için iyidir çünkü. iyi ki vardır öyleyse o.
Yani sen diyebilirsin ki bu benim iç dünyama iyi geliyor, beni rahatlatıyor, bana güven veriyor, psikolojik olarak kendimi iyi hissediyorum.
Ama koca insan bunun nedeni sadece sensin. Senin de benim de hala daha büyümemekteki ısrarcılığımızdan, zayıflığımızdan. Biz zayıflıklarımızı düşününce dinlerin daha bir gerçek olması gerektiğine inanıyoruz. Bu onları yaşatıyor. Yaşamaları bize bağlı.
Bizim onlara bağlılığımız kadarlar. Atfedeceğimiz anlamlardan ne azı ne çoğu olabilirler.
insan zayıftır, o halde zayıflık, sınırlandırılmışlık içinde olan insanın, gücü sonsuz ve sınırsız olana sığınma mecburiyeti vardır. Gibi bir mantık yürütebilir insan. insanın kendinden yola çıkarak inandığının doğruluğunu desteklemesi aynı zamanda insanın kendisini aldatmaya gönüllü oluşundandır. insan kendisi için konforlu olanı tercih eder.
Öyle bir konforu, kafa rahatlığını kaybetmek istemez insan kolay kolay.
Neden inanıyoruz? Sorusunun cevapları dedigim gibi aslında insanın kendisiyle alakalıdır.
Bu açığı, yani kendisinde de olanı dolayısiyle insanların hepsinde olanı keşfedene peygamber denir. Peygamberlere aldatıcı, sahtekar demek yerine,(ki niyetleri bu degildir en azından onların) onlara, insanların iç dünyalarındaki eksikliklerle, cevap aradığımız sorularla fazla meşgul olmuş olan kişilerdir. demek daha uygundur.
Hatalar ve ayrılıklar, sorulara her peygamberin kendince yanıtlar bulmasından kaynaklanır.
Daha fazla uzatmadan keselim.
Atatürk haklıdır. Kimsenin gücüne gitmesin. Fikrine saygı duymak yakışır aklı selim olana.