- Peygamberimize kahin, şair, mecnun dediler. Kur’an onlara cevap veriyor. Bu cevaplar böyle olmadığını ispat ediyor mu; bu ayet ve tefsirini verir misiniz?
- Müşriklere Kur’andan cevaplar veren ayetler ve tefsirini verir misiniz?
Mecnunluk iddiaları ve Cevapları:
a) “O kâfirler, alay ederek: 'Ey o kendisine kitap indirilmiş olan dediler; mutlaka sen bir delisin. Eğer iddianda tutarlı isen, ne diye bize o melekleri getirip göstermiyorsun?'”(Hicr, 15/6-7).
b) “Deli bir şairin sözüne bakarak biz hiç ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?' derlerdi. Hayır! O deli değildir. O size gerçeğin ta kendisini getiren ve bütün peygamberleri tasdik eden bir resuldür.”(Saffat, 37/35-37).
c) “Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil. Böyle olmadıkları için, gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de: 'Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki!' dediler.”(Duhan, 44/13-14).
d) “Ey Resulüm, sen irşad ve nasihatine devam et! Sen Rabbinin ihsanı sayesinde kâfirlerin iddia ettikleri gibi kâhin de değilsin, deli de değilsin.”(Tur, 52/29).
e) “Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için: Rabbinin lütfuyla, deli değilsin.”(Kalem, 68/1-2).
f) “O kâfirler Zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Hâlâ da: “O, delinin teki!” derler.”(Kalem, 68/51).
g) “Kur’ân, değerli bir Elçinin, Cebrail’in getirip okuduğu sözdür! O Elçi ki çok kuvvetlidir. Yüce Arş sahibi Allah’ın nezdinde pek itibarlıdır. Göklerde ona itaat edilir, vahiyler ona emanet edilir. Şunu da bilin ki, içinizden biri olan bu arkadaşınız deli değildir.”(Tekvir, 81/19-22).
(a) şıkkındaki bilgilerin özeti şudur: inkârcılar, Hz. Muhammed (asm)’in peygamberliğini inkâr etmelerinin gerekçesini, kendisine vahiy getiren ve onunla görüşen melekleri kendilerine göstermemesine bağlamışlar.
1) istihza yoluyla da olsa, muarızların: “Ey o kendisine kitap indirilmiş olan!” ifadeleri bir açıdan hakkı ve gerçeği seslendirmektir. Kur’an’da bu ifadelerine vurgu yapılması, onların alay yollu söylediklerinin gerçeğin ta kendisi olduğuna bir işarettir.
2) “Ey o kendisine kitap indirilmiş olan!” ifadesiyle, “mutlaka sen bir delisin!” ifadesi arasındaki çelişkiye dikkat çekilmiştir. Adeta, onların istihza yoluyla Hz. Muhammed (asm)’i tahkir etmelerine mukabil, aynı üslupla onlarla istihza edilmiş ve akılları hafife alınmıştır.
3) Hz. Peygamber (asm)'e iman etmeleri için gösterdikleri gerekçenin ise, oldukça mantıktan yoksun ve tutarsız bir istek olduğuna dikkat çekilmiştir. Çünkü, Vahiy ve peygamberlik bir imtihan vesilesidir. imtihanın âdil olması için onun gizli olması gerekir. Meleklerin gösterilmesi ise, bu temel espriye aykırıdır. Dolayısıyla, bu arzuları vahiy mantığı açısından sakat, akıldan uzak ve imtihan sırrına aykırıdır.
Bu tutarsız arzularına işaret etmek üzere “Biz o melekleri ancak hikmet gereğince göndeririz. Ama o zaman da, kendilerine hiç mühlet verilmez, derhal işleri bitirilir, mahvolup giderler.”(Hicr, 15/8) mealinde ayetin ifadesine yer verilmiştir.
(b) şıkkındaki bilgilerin özeti şöyledir:
1) “Deli bir şairin sözüne bakarak biz hiç ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?” şeklindeki ifadeleriyle tutarsız yakıştırmalarda bulunduğuna işaret edilmiştir. Çünkü, bir yandan onların da en zeki, bilgili ve akıllı saydıkları “şair” yakıştırmalarını yapıyorlar. Aynı zamanda ona “deli” diyorlar. Kur’an’da inkârcıların Hz. Muhammed için “deli şair” yakıştırmalarına yer verilerek, onların tutarsız, mantıktan yoksun ve kendi inançlarıyla da bağdaşmayan hezeyanlar ettiklerine işaret edilmiştir.
2) inkârcıların Hz. Peygamber (asm) için “deli” yakıştırmasının yanlışlığını, birbirine zıt iki kavram olan “şair” ile “deli” unvanı bir arada zikredilerek gösterildikten sonra,
“Hayır! O deli değildir. O size gerçeğin ta kendisini getiren ve bütün peygamberleri tasdik eden bir resuldür.” mealindeki ifadeyle deli yaftalamasının bir “deli saçmalığı” olduğuna dikkat çekilmiş ve bu iddia açıkça reddetmiştir. Delil olarak da iki hususa işaret edilmiştir:
Birincisi: “O size gerçeğin ta kendisini getiren kimse” mealindeki ifadeyle belirtilen Kur’an’ın semavi/ilahi kimlikli olmasıdır.
Hakikaten, dünya ve ahiretin mutluluğunu netice veren prensipleri ihtiva eden, göklerin ve yer küresinin yaratılışı, onların dayandığı kanunları açıklayan, ferdi, ailevi ve sosyal hayatın gerekli dinamiklerini vazeden, insanın anne rahmindeki safhalarını çok net bir biçimde anlatan, hülasa ilahî, semavi, arzî, beşerî, nebatî, hayvanî ve mâdenî bütün varlıklarla ilgili çok çeşitli hakikatleri ders veren Kur’an gibi bir kitapla ortaya çıkan bir kimseye “deli” demek için, insanî bütün özellikleri kaybetmek ve akıldan istifa etmek gerekir.
ikincisi: “Bütün peygamberleri tasdik eden bir resuldür.” mealindeki ifadeyle işaret edilen “peygamberlik gerçeği”nin vurgulanmasıdır.
Bu hususu şöyle açıklayabiliriz: Hz. Peygambere “deli” diyen Arap müşrikleri Allah’a ve onun gönderdiği bazı peygamberlere inanıyorlardı. Tarih boyunca ataları Hz. ibrahim’in Allah’ın elçisi olduğuna, Kâbe’yi Allah’ın emriyle onun inşa ettiğine, hac ibadetinin ondan beri var olduğuna inanıyorlardı.
Hz. Muhammed (asm) ise, başta Hz. ibrahim olmak üzere bütün peygamberleri tasdik ediyordu. Bu tasdik konusunun başında “tevhid” inancı geliyordu. Daha önce hiçbir peygamberden “Allah’a şirk koşmak”la ilgili hiçbir bilgi gelmemişti ve olamazdı. Bütün bu gerçeklere rağmen, şimdi Hz. ibrahim’in torunları kalkıp “putları kabul etmeyen diğer peygamberler gibi “tevhid” inancını esas aldığı için ona “deli” demek bütün o peygamberleri de “deli” olarak kabul etmek anlamına gelir.
Zira, daha önce geçen hiç bir peygamber Hz. Muhammed (asm)’in getirdiği islam dini kadar makul değildir. Daha önce vahiy edilen hiç bir kitap Kur’an kadar akla önem vermemiştir. Böyle her yönüyle aklı esas alan akla hitap eden ve hükümlerini akla kabul ettiren bir peygambere “deli” demek, akla ziyan bir hezeyandır.
(c) şıkkında, islam’ın muarızları olan müşriklerin gerçekte akıldan tamamen uzaklaştıkları için, Hz. Muhammed (asm) gibi bütün davalarını akla kabul ettiren, aklı olmayanları muhatap bile kabul etmeyen en akıllı bir insana “deli” yaftasını yakıştırıyorlar.
1) islam dininin özellikle iman esaslarının hepsi makul olan ve ancak akılla onlar idrak edildiğinden, aklını kullanmayanların iman etmelerinin zor olduğuna “Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil” mealindeki ifadeyle işaret edilmiştir.
2) Aklın kolaylıkla idrak edeceği gerçeklerle gelen bir peygambere karşı çıkmak, ancak akla sırt çevirmekle mümkündür. Zira o, aldığı vahiy güneşinin ışığını aklın göz bebeğine yansıtıyor. işte Kur’an’da yer alan “gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de: ‘Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki’ dediler” mealindeki ifadeyle Hz. Peygamber (asm) gibi bütün davası çok makul, kendisi insanların en akıllısı olan bir zata sırt çevirmek, doğrudan akla sırt çevirmek anlamına geldiğine işaret edilmiştir.
(d) şıkkındaki bilgilerin özeti şudur: Hz. Muhammed (asm)’in ortaya koyduğu kitapta yer alan bütün hakikatler son derece makuldur. Böyle her yönüyle “akıl” zirvesinde olduğu eserleriyle, vahiy aldığı Kur’an gibi kitabıyla Allah’ın özel ihsan ve ikramlarına mazhar olduğu açıkça belli olan bir insana “deli” demek ancak vicdanın sesini kısmakla mümkündür.
insanları hakka irşat eden, onları doğru yola yönlendiren, o günkü Mekke toplumunda en akıllı insanlar olarak kabul edilen ve saygın bir yer sahip olan Ebubekir, Ali, Ömer, Osman, Hamza gibi insanların akıllarını teshir eden böyle mümtaz bir kimseye “deli” nazarıyla bakmak, tam bir “delilik” alametidir.
işte, “Ey Resulüm, sen irşad ve nasihatine devam et! Sen Rabbinin ihsanı sayesinde kâfirlerin iddia ettikleri gibi kâhin de değilsin, deli de değilsin” mealindeki ayette bu mesaj verilmiştir.
(e) şıkkındaki bilgileri şöyle açıklamak mümkündür: insanlık camiasında en onurlu ve en akıllıca iş, okuma yazmadır. ilk emri “oku” olan, kalemle yazmayı Allah’ın büyük bir nimeti olarak değerlendiren bir kitapla ortaya çıkan, kendisi ümmi olduğu halde, aldığı vahyi anında yazıya döktürecek kadar ilme sahip çıkan bir kimseye “deli” demek, “ilim, marifet, okuma-yazma seferberliği adına ortaya konan çabalar” gibi ilmi faaliyetleri bir “deli saçmalığı” olarak görmek anlamına gelir.
“Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için: Rabbinin lütfuyla, deli değilsin.” mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir.
Ayrıca Hz. Muhammed (asm)’in “delilik”le taban tabana zıt olan yüksek ahlakına dikkat çekilmiş, kimlerin deli olduğunun yakında bilineceğine vurgu yapılmıştır. Allah’ın iyi insanlarla kötü insanları çok iyi tanıdığı hatırlatılmış, böylece kötü akıbete uğrayanların ilsam’ın uarzılar olduğuna işaret edilmişitir.
“Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! Yakında göreceksin, onlar da görecekler. Hanginizde imiş o dertler, o delilikler. Senin Rabbin şüphesiz pek iyi bilir: Allah yolundan sapanlar kimdir ve O’nun yolunu tutanlar kimdir.”(Kalem, 68/4-7)
mealindeki ayetlerde bu gerçeklere yer verilmiştir.
(f) şıkkındaki bilgiler şu merkezdedir: insanları akıldan uzaklaştıran, akılsızca planlar yapmasına, aklı bir kenara koymasına sebep olan unsurların başında haset gelir. Arap müşriklerinin önemli bir kısmı, Hz. Muhammed’e karşı besledikleri kin ve haset, onların gözlerini kör, kulaklarını sağır etmiş, kalplerini mühürlemiş, akıllarını başlarından uçurmuştur.Öyle ki, bu kin ve haset duygusunun saikasıyla, Hz. Peygamber (asm)'den Kur’anı samimi olarak dinleyip anlama imkânlarını kaybetmişler.
“O kâfirler Zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Hâlâ da: 'O, delinin teki!' derler.”(Kalem, 68/51)
mealindeki ayette bu hakikate vurgu yapılmıştır.
(g) şıkkındaki bilgileri şöyle özetlemek mümkündür:
Tarih ve Siyer kaynaklarından, Hz. Peygamber (asm)'in kendi toplumunda son derece itibarlı, güvenilir kimse olduğunu öğreniyoruz. Bu bilgilerden biri şudur: Daha otuz beş yaşında iken “Kabe’nin inşası sırasında Haceru’l-Esvedin köşedeki yerine yerleştirilmesi konusunda Mekke’deki kabileler arasında büyük ve kanlı bir kavganın eşiğine gelinmişti. ileri gelenler, Mescid-i Haram kapısından ilk gelen kimseyi hakem kabul derler ve ilk kapıdan giren Hz. Muhammed olunca, hepsi de son derece memnuniyetlerini dile getirmiş ve buna sevinmişler. Ve gerçekten bu işi çok akıllıca çözmüştür."
Keza, Hz. Hatice, onun bu saygın konumu ve itibarlı kişiliği için kendi ticaretinin başına getirmiş ve sonunda da ona evlenme teklifinde bulunmuştur.
Keza, daha o genç yaşta mazlumları/insan haklarını korumaya yönelik kurulan “Hilfu’l-füdul”(Faziletli kimseler derneği/vakfı) adındaki bir kuruluşa üye olması ve peygamber olduktan sonra da “öyle bir kuruluş şimdi de olsa yine ona katılırım” diyen Hz. Muhammed (asm)’in saygın konumunu bundan da anlamak mümkündür.
Böyle saygın bir şahsiyete “deli” demek, ancak haset gibi gayriinsani bir duyguyu taşımakla mümkündür.
“Kur’ân, değerli bir Elçinin, (Cebrail’in getirip okuduğu) sözdür! O Elçi ki çok kuvvetlidir. Yüce Arş sahibi Allah’ın nezdinde pek itibarlıdır. Göklerde ona itaat edilir, vahiyler ona emanet edilir. Şunu da bilin ki, içinizden biri olan bu arkadaşınız deli değildir.”(Tekvir, 81/19-21)
mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiştir.