ilk evvela kavramın insanlığın özel ve tekelinde olması hasebiyle, bakış açısının objektif özelliğe haiz olamayacağı gerçeğini ne yazık ki kabul ederek ve farkındalığını tek lahza zihnimizden çıkarmayarak konuya eğilmeye çalışalım. mevzuun sürüyle örneklemeyle destekleneceği veya yerileceğinin de farkındalığıyla, tümevarımla ana fikre varmaya yeltenmeden, salt kavramın benim baktığım taraftan görünüşü, oturuşu kalkışı, tipi mipi neye benzer, ne menem bi halttır onu deyiverecem dostlar. umumiyetle insanoğlu tekelinde olmasının yanısıra bi defa da insanoğlunun mahiyetindekilerin de(yanisi beşer) kavramı tekrar bir tekel dahline sokması, kavramın yalın halinin te amına koymakta. O halde beşerin ele aldığı "ahlak" ı evvela bi integrale tabi tutmakla yek olana -minimal düzeyde bir farklılık tezahürü bulunsa da- yaklaşmış olmaklık; bu şeklin ele alınacak olması, daha sağlıklı çıkarsamalar, neticelendirmeler getirecektir. aslında benim mevzuyu ele alışımın da ister istemez objektif bi bakışı -benim indimde- ortadan kaldıracak olmasının yanında, yine de insanoğlunun tekelinden iki dakka kurtamakla, o yanda asayişi berkemal kılalım (bkz: bekçi cumali). imdi kavramı belli bir sujenin dahlinden çıkarıp kendi doğal ortamına salıverdik mi? verdik. O halde rahat rahat tarafsız, suje tandanslı bakış açısısız -kısmen de olsa- bi yorum getirilebilir kavrama dair.
ahlak kavramını sözlük anlamı itibariyle değerlendirmeye kalkışmadan, genel geçer kabülüne dokundurarak işin içine girersek, malumunuz sınırıları belirsiz, herkeşlerin koyduğu kabın şeklini alabilecek esneklikte, buna rağmen cemiyetin fevkalade katılaştırdırğı, koyduğu kaptan sair hiçbir şekle giremeyecek, yoruma, anlayışa mahal bırakılmamış, cemiyetin bu boktan tavrı neticesinde pek de sevimsiz, pek de içi boş(tekelinde olduklarının açısından ele alındığında) bir kavram olarak çıkmakta ortaya. tabi ben, benim baktığım taraftan nası görünür onu deyiverecektim, ki hemen ona geleyim (burda bi siktir çekiyorum ol cemiyete ve üyelerine; tekellerine aldıkları ol ahlak nosyonunun da te amına koyduğumu da bilahare belirterek): ola ki beşerin tavrı, sözü, yanında yöresindekinde -fiziksel, mental- tek bir zararın (katiyetle rahatsızlık değil) zuhuruna müsebbip oluverirse, ahlak, o an işin içine, defansının orta göbeğine gelir yerleşir. Fekat tam bu noktada, rahatsızlık-zarar eksenli yorum merhalesinde, konunun en can alıcı kısmında yanlışa düşülmüş olmakta çoğu kez; ahlak, salt kimsenin, bir başkasının eylem ve/veya teşebbüslerinden rahatsızlığı neticesinde ele alındığında, mevzuun içine yerleştirildiğinde, kavramdan alınan desteğin edventiclarını avcunun içinde sımsıkı tutarak derin mi derin bir kusur işlemekte er kişi ve tam da bu yolla, benim açımdan, rahatsızlık verici bir kontr-teşebbüste bulunmakta. Konuyu neden aykırılığı temelinde ele alıyon arkadaş derseniz de, ahlak üzere olan herhangi bi hareket, yarar veya nötr bir fayda ortaya koyacağı fikrinden yola çıkarak, kavramın bu kısmında herhangi bir terslik, yanlış kullanım ve çıkarsama olmadığını söyleyerek devam ederim: benim beğenim, yaklaşım tarzım, hayata baktığım ve daha iyi gördüğüme inandığım, neticesinde dimdik durduğum yer, sair bir beşerin rahatsız olmasına, beni ayıplama yoluna gitmesine, yine kendi dimdik durduğu yerden gördüğü ahlak mefhumu dahilinde, ahlakına mugayir, falsolu hareket ettiğim, yaşadığım (bkz: mezhebi geniş) hükmüne varması zerre sikimde olmaz; hafif bi mide bulantısı, tiksintiyle, "ahlak mefhumunu da, beynini de sikiyim senin"lerle beraber, fikriyatıma sağlam deliller bulduğuma kanaat getiririm. beyin diye taşıdığı şeyle, böcekten farksız bi insan silüeti beni yargılama yoluna gidecek he mi?
Aslında argümanı, konuyla alakalı başkaca argümanlarla izah yoluna gitmenin ne denli manasız olduğunu gördüğünde sen de meseleyi tahlil çabasından vazcayacaksın ya canım kardeşim, neyse, şindi bambaşka mevzulara kapı aralanmasın...