hakikaten harika film. bir dolu göndermeyle dolu olması da çok hoş ayrıca. kendini ciddiye almanın çok da matah bir şey olmadığını söyleyen komplekssiz ve sıradanlığı erdem kabul etmiş bir bilgenin elinden çıkmış olması filmi ve göndermelerini daha da manidar kılıyor. gülüp geçiyorsunuz, gülüp geçilecek bir hayatta yaşadığını bilmenin verdiği idrakle. yönetmenin 'çok da ciddiye almayın ama bizim de bir derdimiz var' tevazusuyla çektiği film tam da bu yüzden harika işte. kendinizi kasmıyorsunuz, yalnızca eğleniyorsunuz ve ara sıra tatlı bir tevekkülle a ne kadar da doğru ya da a ne kadar da güzel diyorsunuz.
kıyasıya eleştiriler de var filmde, mesela dandik aşk şiirleri yazıp genç kızları avına düşüren üçüncü sınıf bir tutunan şair olarak arzı endam eden Alper Canan(Haluk Bilginer)ın bir sahnede cep telefonunda onuncu yıl marşının çalması mükemmel bir ironi. ayrıca hatırlatmak isterim ki adam genç bir kızla çok ayıp işler yaparken kalp krizinden gidiyor.
ölüm üzerine söyledikleriyle de avrupa'da ciddi bir şekilde etkin olan ama henüz türkiye'yi tam anlamıyla etkisi altına almamış anlamsız bir ölüm korkusunu eleştirmesi de çok hoştu. son söz de filmin müziklerine. özgü namal ve haluk bilginer'in seslendirdiği şarkılar gerçekten çok güzeldi.