dün akşam saatleriydi ev arkadaşım ağlayarak eve geldiğinde -nadiren ağlar- biz iki arkadaş oturuyorduk 'senden de senden de birşeyler var hele bir söz diyor kız sen öyle derdin herhalde' diye konuşmaya başlıyor, sonra anlatamıyor boğazındaki düğümü görüp hevesleniyoruz bu hüzne -zaten ajandada bir yerlerdeydi mutlaka görülmesi gerekenler listesinde- ertelemiyoruz giyiniyoruz çıkıyoruz dışarı ancak 21:30 seansına yetişiyoruz arkadaşımız da bizimle 16:30 seansında gördüğü filmi tekrar görmek için, filmden çıktığında 'tekrar izlemiş gibi değil yeni izlemiş gibi oldum' diyor.
biz filme giderken yağmur yağıyor emektar emek sinemasının buz gibi salonunda büzüşüyoruz koltuklarda, mendil hazırlayalım geyiği yapıyoruz, arkadaşlardan biri yeni ayrılmış sevdiğinden -yazık ki çirkin bir ayrılık fena bir suçluluk duygusu- onu ortamıza oturtuyoruz göya koruyacağız, çok ağlarsa elini tutacağız -neden koruyabilirizki onu filmin kendi içinde bulup çıkardıklarından korumak ne mümkün olabilir-...
doğum yaparken dahi makyajlı ve pek güzel görünen esas kızların ülkesinde hiç de öyle 'vay anasını' olmayan bizden iki kişi var beyazperdede kimse ne kızın güzelliğine ne erkeğin yakışıklılığına tav olup da gelmiş, sanki film çıkışı koşsak leblon'a alper'le iki tek atabileceğiz gibi... bizim sokaklarda yürüyorlar;film çıkışında arkadaşın montunu dahi almadan salondan fırlayıp bir mojitoyla gözyaşlarını kokteyl yaptığı asmalımescit sokaklarından geçiyorlar, benim yaşadığım bir sarsıcı karşılamanın durağı değil miydi sahi atlas pasajı ya da belki bir gün başka ada ve alper'in karşılaşacağı yer olamaz mı!
ben bu filmi oyuncu kimliğimle izlemek istemiyorum, nacizane yaptığım yazarlık kimliğimle de izlemek istemiyorum ve hatta nice festival filmleri izlediğim o salonda sinefil kimliğimi dahi istemiyorum ben bu filmi ıssızları kalabalıklaştıran ada kimliğimle izliyorum. hani o hep huzurlu hayalini düşlediğimiz ama kaçımızın sahip olduğunda korkularına yenik düşüp terkedeceği muamma olan ada gibi daha esas kızımızın ismiyle başlıyoruz sonrası korkutuyor ama çıkmış bulununca yolculuğa geri dönüşü yok...
herşeye sahip ve sağlıklı gözüken bir adamın donmaya yüz tutmuş kalbini bastırma yöntemini, korkularına karşı kirlenerek güçlendiğini düşünme yanlışını görüyoruz. kaçımız 'olmaz böyle şey, yok artık, tiksinç' dedi acaba izlerken ben sadece kapısında ışıkla durup geri çağırdığım o tünelin karanlığını gördüm o hiç açmak istemediğim kapının arkasındaki çirkin tutkuları gördüm neyse ki senin gibi bir yönetmendi bunu gösterende cinsel istismar gösteri şovu seyretmedik nesildaşlarının pekçoğunun seyrettirdiği gibi...
öteyanda kırık döküklüğünden bir zırh giyinmiş esas kızı gördük; küçük kahramanlar yapan, büyük adamların içindeki küçük çocuğa ulaşma yolunda yüreğine iğneler batan diktiği kostümleri erkenden çöpe atmak zorunda kalan, kendi hikayelerine ayrı sonlar yazıp kendi çocuk yanını muhafaza etmeye çalışan ve bir yandan başkalarının yaşanmışlıklarının kokusunu sahaflarda arayan...
hep hayal etmişimdir bir sahafta aynı kitabı tuttuğum bir film sonrası farkında olmadan filmi yorumlamaya başladığım birini; sevgili çağan diğer yaptıkların yanında bu yaptığını suçtan saymıyor gülümsüyorum.
ilişkinin flört evresi gülümsetiyor bizi, güzel diyaloglar kızın laf çarpmaları -uzun ihsan efendi de süpriz çıktı arada- arkadaşa bir bok yemenin eşiğinde verilen haber, erkeğin kadını hıza çağırışı kadının yavaşca ve erkeği ve kadınlığını incitmeme ikilemi... uyuruz sadece, sadece sarılıp uyuruz yalanları -sanki birine sarılıp uyuyabilmek sex yapmaktan daha kolaymış gibi söylenen yalan-, ertesi sabah sendromu, kahve çözümlemesi ve kızın yol yakınken ayakkabısını düşüren prenses gibi kalbini, heyecanını düşürerek kaçmaya çalışması sonra yenilmesi 'keşke yapmasaydım' yerine 'üzüldüm ama iyiki yapmışım' seçimine yol alması...
ama çağan biz biliyoruz bazı hikayelerimiz hiç öyle olmadı koşarak kaçtığımızda kendimize öfke ve acımayla baktığımızda arkamızdan gelmeyen ıssızlarda gördük zorlandık onlara hikaye uydurmaya ama sonra kendimizle barışmak için içimizdeki miniği korumak için yazdık birşeyler sen yazdıklarımızın üstüne çizik çektin sen bizim kuytulara attığımız gerçeklerimizi serdin ortaya kiminin yarı buzluydu varlığı gözyaşları tuzlu tuzlu iyi geldi onlara, kimisi zaten ıssız'dı anlamadı, bazıları zaten ada'nın yaptığından da sığ bir aldatmacaya aşk demişlerdi bu filmi hiç anlayamayacaklar, belki bazıları eski zaman masallarındaydı hiç bütünleşemediler beyazperdeyle senin bu modern zamanın acı masalını sorgulayarak izlediler...
en kötüsü çağan; biri soğuk bir kasım gecesinde istiklalde ıslanırken arayıp kendi ıssız'ını yoldan dönmek istedi gökyüzünden bakan bir annenin yardımı oldu belki başaramadı dönmeye ama artık sonu daha iyi biliyor daha az şaşıracak ada'dan ama belki daha çok ağlayacak sayende...
hoyrat ve küstah tensel vahşiliklerin kahramanından bir aşk sevişmesi istedi güzel kadın o bilmiyordu, kadın adamın bilmediğini biliyordu elini tuttu gözlerine baktı adamın kimseye uzun uzun bakamayan gözlerine kendisine uzun bakmayı öğretti o gözler bir gün soğuk duvara yaslanmış yere bakarken ihanet edecekti kendisine belki tam o anda sevgisinin en çok hissedildiği fedakarlığının en yüksek olduğu erkeğinden aşık bir adam doğurduğu o anda dahi içinde bir yerlerde o adamın o hoyrat dönüşünün görüntüsü içses olarak tutmaya dizginlemeye çalışıyordu kadını... yapamazdı kadın çünkü kadınlar erkeklerden daha cesurdur aşk yolunda bir kere yola çıktıklarında düşündükleri zafer değil güzel bir savaştır güzel bir yara saklayabilmek bile yeterli olacaktır...
ve tam sex'den sevişmeye geçmişken yatak örtüsünü hazdan sonra değişmeye gerek görmemişken birine sarılmanın sıcaklığını hissetmişken bir kadın'a gerçekten sahip ve bir kadının sahip olduğu erkek iken bir başka kadın; o kadın kadar tertemiz sevgiye sahip ana geldiğinde adam korkuyor ilk kez bu kadar yoğun kuşatılmış sevgiyle bilmediği biri kendini gülümserken görünce tanımıyor, tanıyamıyor. çok kalabalık geliyor kendine sanki kendisi değilmiş sanıyor oysa asıl olması gerekeni bulmuşken boğuluyor ikisini birlikte itiyor uzağa, kadınlar birbirlerine tutunabiliyorlar neyseki böylece savrulmuyorlar, sonra birini yolcu ederken diğerini de yolcu etmek istiyor adam ıssızlığına tanıdık bildik kendisine ve en önemlisi hepimizin çok önem verdiği modern zamanların şahı padihaşı yalnızlık a koşmak istiyor ve bunu isterken yolcu ettiğini gittiği yoldan geri alabilecek mi diye düşünmüyor...
zor derken annesine düştü içimize bir kıvılcım onu ayrılık ateşine çevirdi bizim esas oğlan ve o güzel ana ne diyebilirdiki karşısındaki genç güzel kadına onun çektiği acının bir başkasını çekiyordu hem oğlu, hem kendi, hem de o güzel kız için...
kalbinin gürültü çıkararak çarpmasına alışık olmayan adam bu gürültüye sebep olan kadını ayakaltından kovarken kadın için en acısıda geçmişe inat, kırık döküklüklere inat farklı kıldığı sevgisinin geçmişten klişe sözlerle kendini acıtması buz adamının...
kadın ben demiştim diyen içsesiyle mücadele edip kendine bir daha yenilmeme sözü vererek başka bir parkura kendi için ada olacak heyecansız bir limana çekilmeye giderken biliyor yine sevebileceğini aynı olmasa da yeniden kendiyle barışıp hayat kurabileceğini hayatlar yaratıp güzel hikayeler yazabileceğini ama adam için artık bunun imkansız olduğunu biliyor ıssız adam şansını kaybettiğinde anlamıyor sonra geç olduğunda anlayacak lakin şansı onun kaybettiğini arkasını döndüğü anda biliyor ve peşinen çekiyor acısını onun yerinede...
yıllar sonra birgün o pek fena pek güzel karşılaşma gerçekleştiğinde 'oh iyi oldu' demek istiyoruz alper'e ama kıyamıyoruz sonra acıyoruz ona, ıssızlığına, yoksulluğuna kahroluyoruz o çağan çünkü, o kardeşim biraz, o kankam, o benim de alperim, o o -işte en fenası bu- akşam filme tekrar ve bu kez beraber gidip sonrasında eğer gidecekse nolur şimdi gitsin diye dualar edeceğim sevgilim...
içsesleriyle, görüntüsüyle, mekanlarıyla, kurgusuyla, castıyla, en çok en çok yüreğiyle ve bana o'na arka sıradakine yüreği buz olan o yüzden anlamayan, kendi ıssızlığını anlayan, kendi anaçlığını gören, alkışlayana bu filmi hissedebilecek yüreğe sahip olana adanmasıyla muhteşem...
ama yine de ne yaptın çağan, neden yaptın hikayelerimizin uydurma olduğunu aslında ne denli kırılgan olduğumuzu modern zamanların kirliliğinde yaşadığımızın da aslında bir masal olduğunu yalnız olmadığımızı özel olmadığımızı ama özel olduğumuzu niye bağırdın kalbimize canım acıyor çağan istediğin bu muydu?! teşekkürler sana yüreğine sağlık...
dijital fotoğraf makinelerine dil çıkarışın, müzik seçimlerin, kitap zevkin vs. yazamayacağım çünkü sen yordun beni biraz ıssız kalmam gerek...
şimdi daha iyi biliyorum eğer kalabalıklaştıramazsam bu ıssız'ı son şansını yitirmiş bir adamın yenilmiş prensesi olarak çıkacağım masal ülkesinden ve gerçeğin içine dalıp parmağıma alyans takacağım, hep eksik kalacağım kendime hayat kurup hep başkalarının hayatını ödünç alan o adamı düşleyeceğim...
lanetledin beni çağan...
sana hikayeler anlatanları seviyorum ben ya da hikayeler yazdıranları kim yaktıysa canını böyle şiirsel onlara selam olsun sevgiler...