ziya paşa çok köklü bir ilkokul. sanırım 1960 larda baraka olarak falan başlamış, öğrenime. köklü olduğu kadar da rekabetçiydi.
öğretmenler resmen kendi aralarında en iyi öğrencileri seçmek için yarışırdı.
ben ilk seneyi başka bir ilkokul da okumak zorunda kalmıştım.
öğretmen, babamın arkadaşı olduğu halde, beni kendi sınav yaparak 2. sınıfa kabul etmişti.
iyi değilse alamam kusura bakma dediğini hatırlıyorum hocamın.
lan sonra o kadar matematik gösterirdi ki hoca, sınıfın doğru dürüst toplu bi resmi bile yok. yani sosyallik sıfır.
lakin yalan gelir belki size de liselerde denklemle çözülen soruları getirirdi bazen hoca. biz onu klasik problem çözme yoluyla çözerdik.
adam beynimizi o kadar geliştirmişti ama hakkaten o anlarda, o problemin karmaşıklığından kalemi fırlatasım gelirdi ama bırakamazdım. çözmek isterdim.
hani şöyle mesela, bi musluk havuzu 3 saatte doldurusa meselesi var ya.
işte orada basit bir orantı var di mi. içler dışlar çarpımı yapıp sonucu buluyorsun.
biz onu mantık yürüterek bulurduk. basit bir kuralı uyguyarak değil.
ha çözdüğümüz problemler bunlardan çok daha karmaşıktı.
problem çözme yöntemizi anlatmak için ufak bi örnekti.
yani problemleri yöntemlerle değil, mantığı zorlayrak çözmemiz öğretilmişti.
bu bize ne kazandırdı dersen, her sorunun en dibine kadar inebilme, onu zihinde canlandırıp, sorunu tespit edip, çözüm geliştirme yeteneği kazandırdı.