içlerindeki çelişkileri, mantık hatalarını, insanlık dışı eylemlere telkinleri, hiç de iddia edildiği gibi tüm insanlığa ve tüm zamanlara hitap etmemelerini ve belli bir zamandaki belli bir toplumun ihtiyaçları ve sorularına yanıt verme amacı taşımalarını, insanlığın bir kısmını yok saymalarını, bilimi görmezden gelmelerini, medeniyetle ilgisiz olup sağduyuyla bağdaşmayan yönlerini açıklayan teoriler arasında, occam'ın usturası prensibine göre en olası olanıdır, çünkü en basit olanıdır.
Ben de uzun yıllar şu cümleleri kurdum belki, en azından kurulduğuna çok şahit oldum.
"neden müdahale etmiyor bu kötülüklere Tanrı? Ama yok hayır tamam ilahi adalet farklı bişey, biz bilemeyiz onu."
"ya şimdi orda öyle yazıyor ama o kastedilmiyor aslında. Orda kastedilen xxxx (daha yumuşak, genel, kabul edilebilir bir yorum)"
"ama zamanın şartları hani sonuçta o zamanlar evet tamam 9 yaşındaki kız ama o zaman o şekilde miymiş de"
"biz ne kadarını anlıyoruz o da var, yani bu meali çevirmişler ama çevirenler bile ne kadarını anlıyor ki, bak Arapça anadili olanlar bile tam anlamıyor"
"ya islam mantık dini aslında, mantığa uymayan hiçbir şey islam'a da uymaz diyebiliriz, itikattaki mezhebimiz maturidilik bak açıp onu oku"
"kuranın şifreleri var aslında, yani göründüğünden çok daha gizli, katman katman anlamlar var orda"
....
Tüm bunlar aslında yobazların değil, sorgulamayan değil, sorgulayan, bilinçli insanların eninde sonunda varacakları kanaate varmadan önce kurdukları cümlelere birer örnek. Yaşadıkları bu durumun adı da gavurca "cognitive dissonance" veya Türkçe "bilişsel uyumsuzluk". Psikolojiyle ilgilenenler kavram olarak bilecektir bunu, ilgilenmeyenler de deneyimlerinden tanıyacaktır. Birbiriyle uyumsuz iki veya daha fazla görüşe birden inanmaya zorladığınızda beyninizin yaptığı kısa devre bu.
Bir yandan pozitivist bir bakış açısıyla astrolojiyi, tarotu, diğer New age şeyleri gülünç bulan, ama bir yandan da kabe diye bir yere gidip etrafında tur atınca sonsuz ve soyut bir tanrıyı memnun edeceğini öğreten bir dine mensup olan insanların yaşadığı şey bu,
Bir yandan dünyayı görüp tüm insanlığın aslında ne kadar aynı olduğunu, yeni Zelanda'daki gençlerin de annelerinin tam dizide sevişme sahnesi çıkınca odaya daldıklarını, meksika'daki babaların da akşam 9da koltukta otururken boynu bükülüp uyuyakaldıklarını öğrenen, bir yandan da gayrımüslimleri dışlamayi ve onlara zarar vermeyi öğütleyen bir dine mensup insanların yaşadığı şey,
Çok daha basit bir cognitive dissonance örneği olarak çin'de köpek katliamı haberlerinde kafayı yiyip aynı şey kuzuya yapılınca tepki vermemesi gerektiğine inanmış, vejetaryen olamamış, ama düşünen, ama emin olamayan insanların yaşadığı şey bu bilişsel uyumsuzluk, ya da cognitive dissonance.
O kadar insanın iç huzurunu bozan, o kadar rahatsız edici bir his ki, sözkonusu düşünceleri tamamen kafasından atıp düşünmeyi reddetmek daha kolay geliyor genelde. Eninde sonunda kendisine karşı dürüst olunca da insan, yaptığı şeyin içine doğduğu dini anlamak değil, onun adına bahaneler üretmek, zihnini cognitive dissonance'tan kurtarmaya çabalamak olduğunu fark ediyor. Zihnini o dinin öğretilerine uydurabilen çoğunluk bu kavramı deneyimlemediği için mutlu mesut, nefret dolu ve öfkeli hayatlarına devam edebiliyor.
Zihnini dine uyduramayanlar, işte aynen böyle önce dini zihnine uydurmaya çalışıyor, en sonunda pes edip bu kadar mantıksızlığın en akla mantığa yatan açıklamasının şifreler ve gizemler değil, tüm dinlerin kusurlu ve mortal insanlar tarafından uydurulmuş halk hikayeleri olduğu sonucuna varıyor.
Bundan sonrası öyle büyük bir huzur ki. Gerçekten, inandığını sandığın şeyin aklına yatmaması yoruyormuş insanı. Üstelik inanmadığını fark etmek bile kolay olan bir şey değil. Ben tesadüfen imanın beş şartını mı neyse öyle bir şeyi söyleyen küçük kuzenimi dinlerken fark etmiştim, "oha ben bunlara inanmıyorum ki, o zaman??" diye şaşırarak. Yıllar oldu tabii, yirmi yaşında bile değildim dinsiz olduğumu kabul ettiğimde. Ve sonrası, büyük bir huzur. Ateist de değildim yalnız, öyle bir değişik deist gibi, bir yaratıcının varlığı bana inanılmaz huzur veriyordu, ve o yaratıcıyla olan ilişkimiz ben kendimi dinden aforoz ettikten sonra inanılmaz düzelmişti. Çünkü o yaratıcının artık benim cinsiyetimi bir herifi eğlemek için kaburgadan falan yarattığı fikrine sadece gülüyordum, cehennem fikrine de öyle. Tamamen katı ateist olamadım, asla o nihilist kafaya da gelemedim, ama o huzursuzluk hissinden kurtuldum işte.
Bundan sonra da benim için, tüm dinler mitoloji. Yunan mitolojisi, hıristiyan mitolojisi, iskandinav mitolojisi, islam mitolojisi, hepsi denk birbirine. Bazıları daha ilginç sadece.
Herhangi bir dine mensup insanlara gülmüyorum, onları kınamıyorum da, bir şeye inanma ihtiyacını çok iyi anlıyorum, herkesin farklı olduğunu ve farklı şeylere ihtiyaç duyduğunu da biliyorum. insanların kendine güç veren, kendilerini iyi bir insan yapmaya iten ve doğru yolda tutan şey her neyse buna tutunması gerektiğini de düşünüyorum. Bu benim için, herhangi bir ödül-ceza sistemine inanmasam bile, sadece iyi bir insan olma ve yolumun kesiştiği hayatlara küçük de olsa güzel bir şeyler katma isteği, bir de kişisel etik anlayışım. Başka birisi için bir mitolojinin "çalma, öldürme, tecavüz etme, yalan söyleme" demesiyse onu bunları yapmaktan alıkoyan, veya sadece cennete gideceğini düşündüğü için fakirlere yardım ediyor, kedi köpeğe su veriyorsa, o da o mitolojiye inansın o zaman.
Sadece, sizin mitolojileriniz benim yaşadığım ülkenin kanunlarını, hukukunu, benim günlük hayatımı etkiliyorsa, beni kısıtlıyorsa, sadece o zaman nefret benzeri bir şey hissediyorum içimde.