çoğu haksız olmak üzere, eleştiri bombardımanına tutulan film.
zaten bizim ülkemizde herkes sinema eleştirmeni, herkes yorumcu, herkes her şeyin profesörü, hal böyle olunca; hiçbir şey, güzel, kaliteli ve başarılı olamıyor, illaki her şey, eksik, her şey yarım, her şey başarısız.
birincisi: can dündar bu filmi yaparken defalarca dedi ki; 'ben atatürk'ü anlatmayacağım, mustafa'yı anlatacağım, filme ona göre gelin, ona göre bakın' dedi ama bizim yüce halkımız ve özellikle zekaları nevi şahsına münhasır gençlerimiz, bunu idrak edemediler.
vay efendim, atatürk'ün alkolik, ayyaşın teki olduğu anlatılmış
atatürk'ün dinci olduğu anlatılmış ( dincilerin hoşuna gitmiş miş )
vay efendim, atatürk'ün her yere kendi heykellerini diktiren bir diktatör olduğu anlatılmış
filmde atatürk'ün çocuk sevgisinden bahsedilmemiş
cephede bile, kadınlarla yazışmaktan kendini alamayan bir kadın düşkünü olduğu anlatılmış
yok efendim, atatürk'ün dinsiz olduğu ( inançsız olduğu ) anlatılmış
vs vs ... daha buna benzer bir yığın zırva, bu eleştirilerin hepsi sözlüğümüz dahil, tüm platformlarda yapıldı...
( üstelik bu eleştirileri yapanlar arasında filmi izlemeyenler azımsanmayacak kadar çok ! )
'vay a.q yaaa' diyesi geliyor insanın, ulan herkes aynı filmden mi bahsediyor acaba? diye sormaktan da kendini alamıyor.
şimdi birazcık geriye saralım ve baştan alalım, bir:
filmden, atatürk'ün alkolik, ayyaş birisi olduğu mesajını çıkaranlar; yahu atatürk'ün sirozdan öldüğünü, daha ilkokul 2. ya da 3. sınıfta öğrenmedik mi zaten? siroz nedir? neden siroz olur insan? (bkz: siroz) önce buna bir göz atın.
kaldı ki; atatürk'ün rakıyı seven birisi olduğu da herkesçe bilinir, izmir kurtulduğunda ilk işi ; denize nazır rakı içmek olmuş ( gayet insancıl bir şey bence ) onun yerinde kim olsa ( rakıyı seven ) aynı şeyi yapmayacak mıydı?
ve filmde de zaten anlatılmış 'bu beden bu başı kaldırmıyor artık, o yüzden çok içiyorum' demiş, kıçıyla izlemeyenler hatırlayacaktır.
gelelim filmden, atatürk'ün dinci olduğu mesajını çıkaranlara; bunu söyleyenlerin %90 ı, meclis açılışında, cuma namazına gittiği, açılış sırasında hatim indirttiği ve kurban kestirdiği için bu kanıya varmışlardır ki; yine filmi kıçıyla izleyenler bu güruhtandır.
hilafet, atatürk'ün ölüm fermanını imzalamıştır, halife ' kesinlikle atatürk'ün ortadan kaldırılmasını' istemiştir, bu durumda, ülkeyi kurtarmak için yıllardır kafasında canlandırdığı senaryoyu hayata geçirmek isteyen atatürk, halkın desteğini almak ve bu ölüm fermanından kendisini sıyırmak için ( yine gayet insancıl ve her zeki insanın yapacağı gibi ) meclis açılışını cuma namazına denk getirir, hatim indirtir ve kurban kestirir.
filmde de, can dündar, bu durumu gayet güzel ve insancıl bir dille anlatmıştır, sonunda da demiştir ki; 'hilafetten, intikamını daha sonra alacaktı' ( ya da buna benzer bir şey )
filmden, atatürk'ün çocuk sevgisi yoktu mesajını çıkaran aziz kardeşlerime gelince: özellikle 6 kasım 2008 genç bakış programında aşırı zeki bir hanımefendi * 'caaan beeeey, atatürk çocukları çok severdi, o tam anlamıyla bir çocuk hayranıydı ama siz ne 23 nisandan ne de çocuk sevgisinden bahsetmemişsiniz, bu durumu nasıl açıklıyciyaaak ciyaaak sınız?' diye çemkirdi ki; bence bunu savunanlar, beyaz perdeye kıçlarıyla bile bakamamış, büyük ihtimalle uyuyakalmış aptallardır.
yahu bu adam, atatürk'ün cepheye giderken ( yanılmıyorsam trablusgarp ) yoldaki, insan ve hayvan ölülerine, yine gayet insancıl bir endişe ve üzüntüyle baktığını, not defterine; savaşın nasıl bir yıkım olduğuna dair yazılarını yazarken, yolda karşılaştıkları onlarca,anasız babasız kalmış çocuktan birini evlat edindiğini, diğerlerine ise ancak o durumda para vermekle yetindiğini ( yetinmek zorunda kaldığını ) anlatmamış mı filmde?
bundan âlâ çocuk sevgisi mi olur? diyelim ki; atatürk'ün çocuk sevgisini, yoğun istek üzerine, özellikle 23 nisana vurgu yaparak anlatsaydı can dündar, o zaman da ;
'yaaa zaten ilkokuldan beri bildiğimiz, klasik şeyleri anlatmışsınız ama can bheeeeyyy, ı ıhh olmamış benceaaa' demiyecek miydiniz lan? bence diyecektiniz.
atatürk'ün kendi heykellerini zorla diktiren bir diktatör olduğunu düşünen traktörlere gelince: lütfen bir kere olsun mantıklı düşünün, kendinizi atatürk'ün yerine koyun,
savaştan henüz çıkmış bir ülke, büyük bir zafer kazanılmış lakin yorgun ve bitap düşmüş bir millet var, yoksulluk ve cahillik had safhada, tam anlamıyla boşlukta ve her an her şeyi yanlış anlayacak, yanlış tepkiler verebilecek bir millet, onun yanında halihazırda bu milleti yeniden dağıtmak isteyen, atatürk'ün bu büyük başarısını kıskanıp, onu yerinden etmek isteyen, halkın gözünde küçültmek isteyen bir yığın bedbahtla dolu bir ülkede,
siz de takdir edersiniz ki; onca emeğin boşa gitmemesi için, türlü zorluklarla kazanılmış bağımsızlığı, iradeyi ve ülke genelindeki tam hakimiyeti kaybetmemek için, atatürk'ün yaptığını hepiniz yapar ve bir şekilde elinizi masaya vurup 'lider benim, ona göre' derdiniz ve o zamanın şartları gereği, heykel diktirmek bunu yapmanın yollarından biri ve bence en güçlü olanıydı. ( yine filmi kıçıyla izlememiş olan herkes aynen bu yazdıklarımı görmüşlerdir )
ve atatürk, 'kadınlarla yazışan, gördüğüne mujukks yapan, kadın düşkünü biriydi' diyenler, daha doğrusu filmden bunu anlayanlar, size hiçbir şey demek istemiyorum aslında ama başladık, bitirelim;
şimdi bir erkek düşünün, yakışıklı, zeki, eğitimli ve genç ! sizce bu erkekğin ( kim olursa olsun ) kadınlardan uzak durması mümkün mü? lütfen bu soruya objektif ve yalansız cevap verin...
bence mümkün değil,
zaten filmde; 'atatürk işi gücü bıraktı, karıyla kızla o çadır senin bu çadır benim, gönül eğlendirdi ey aziz millet, uyanın' diye bir şey yok, az önce bahsettiğim her erkeğin yaşayabileceği karşı cins münasebetleri yaşamış ( çoğunluğu istanbul'da askeri mektepteyken olmak üzere ) onun dışında, ilerleyen yaşlarında, zaten cepheden cepheye gezip dolaştığı ve bir ülke kurtarıp yeni bir ülke kurmak hevesiyle yanıp tutuştuğu için karşı cinsle olan münasebetini sadece maktuplaşmaya indirgemiştir, onu da çok görüyorsanız, siz hayvansınız demektir.
can dündar da, aynen bu yazdıklarımı, gayet güzel bir şekilde, sağlam belge ve kanıtlarla ( mustafa kemal imzası taşıyan, kendi el yazısı mektuplarıyla ) filmde bize sunmuştur.
izlemesini ve anlamasını bilen herkes, bugüne kadar bize anlatılan atatürk'ten çok farklı birini ( mustafa'yı ) filmde görebilmiştir, sadece bir tek örnek vereceğim, daha önce de yazmıştım.
hani bir fikriye hanım vardı, atatürk'ün ilk göz ağrısı, ankara'ya gelip kendi elleriyle, çok sevdiği mustafa'ya, çankaya köşkü nü hazırlamıştı, akşamları büyük bir merakla onu pencerede bekler, yemek hazırlar, yemekten sonra da yine kendi elleriyle, ona en çok özlediği, rumeli türkülerini piyanoda çalardı vs vs vs... yani onu seviyordu, mustafa'da fikriye'yi seviyordu, lakin mustafa'nın çok işi vardı ve malesef bu işler onu sevdiği kadından bile uzaklaştıracak kadar ehemmiyet arz ediyordu.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev.. *
işte bu hikayedeki kadın, yıllar sonra sevdiği adamın yanına geri dönüyor, geri döndüğü yerse, zaten kendi elleriyle hazırladığı, bütün zahmetine, meşakkatine katlandığı kendi evi... yıllar sonra buraya büyük bir hevesle geri döndüğünde, evde başka bir kadın görüyor..
latife hanım... çok sevdiği mustafa, başka bir kadınla, üstelik birlikte çok güzel ve özel günlerin paylaşıldığı o evde...
mustafa'yı çok seven bir diğer kadın; latife hanım için ise durum hemen hemen aynı; kocasının eski aşkı ! henüz bulunmuş bir huzuru bozmak için fazlasıyla geçerli bir sebep...
şimdi bir de, bu iki kadın arasında kalmış bir mustafa !... bugüne kadar atatürk'ü hiç bu şekilde hayal etmiş miydiniz? sanırım etmemiştiniz.
bir yanda;
'mustafa bu kadın neden geldi? ne zaman gidecek?' diyen bir kadın, öte yanda;
sevdiği adamı, başka bir kadına kaptırmış ( evet kaptırmış ) bir başka kadın...
ve bu ikisiyle, aynı çatı altında kalmak ve bir yandan da koskoca bir ülkeyle uğraşmak zorunda kalan bir adam...
( ki, bu kadınlardan birisi, kapı yüzüne kapatıldığı için, geri dönüş yolunda kafasına bir kurşun sıkıp hayatına son veriyor ve bu durumun psikolojik ağırlığını taşıyamayan mustafa, eşi latife hanımdan ayrılıyor, yani bir yuva yıkılıyor ey ahali, onca işin gücün, onca kargaşanın arasında... bir düşünün )
can dündar, yapmış olduğu 'mustafa' filminde, bana bunu hayal ettirebildi, yani, atatürk'ün de bir insan olduğunu, onun da gayet insancıl acılar ve sevinçler yaşadığını bana anlattı.
filmi kıçıyla izlemiş ve hatta izlememiş olduğu halde, anlamsız ve gereksiz yorumlar yapan onca insana karşın, efendiliğini, naifliğini ve terbiyesini bozmayan, güzel insan, sabrına ve anlayışına hayran olduğum, can abime, canı gönülden teşekkürlerimi iletiyorum, emeğine sağlık...
saygı sevgi ve bu yazıyı yazarak, konuya ilişkin kavuşmuş bulunduğum en derin huzur ve dinginliğimle...