inkar edilemez bir gerçektir. hatta pkk'nın türklerden çok kürtlere zararı olduğu da söylenebilir.
nasıl mı?
az önce sözlükte şu başlığa rastladım. batı karadenizde doğup büyümüş sonra da eskişehir civarlarında yetişmiş biri olarak kürtlerle ve kürtçeyle doğal olarak bir yakınlığım, bir kulak aşinalığım olmadı, olamadı.
bahsettiğim başlık şu; ez ji te pir hezdikim.
ilk bakışta anlaşılıyor kürtçe birşeyler olduğu, bakayım neymiş dedim. anlamı seni seviyorum ve ona benzer kombinasyonlarmış. pek bir duygu insanı olmadığımdan beni pek de etkilemedi. kürtlere ve kürtçeye de ayrı bir hissiyat ve duygular beslemediğimden öylesine başlık altına bakıyordum. sonra gördüm ki o duruma gelmişiz ki, seni seviyorum kelimesine bile kin kusar hale dönüşmüşüz. belki de dünyanın en masum kelimelerinden ve herkesin birinden duymak istediği bir cümle. ama demekki araya kan, şiddet ve nefret girince iş değişiyormuş.
bu kini ve nefreti sağlayan şey de pkk olduğu inkar edilemez. pkk'nın bu güne kadar takdir edilesi ve elle tutulacak en büyük başarısı(!?); kin ve nefret.
ufacık çocuktan, yaşlısına kadar işlemiş bünyemize. onlar bizden biz onlardan. biz onlardan onlar bizden. biz - o olmuş artık. bunu başarmışlar, bravo...
pkk nefreti yüzünden en büyük çileyi o çok savundukları(!) kendi ırkım, halkım dediği kürtlerden başkası çekmemiştir.
kısa bir hikaye anlatayım. duyduğumda neden dağa çıkıldığını/çıkalacağını bi nebze anlamış oldum.
bunu anlatan 35-40 yaşında bir doğuda ilini tam hatırlayamöadığım ki ilin önemi yok çünkü bi dağ köyünde doğmuş birisi.
kış aylarında nasıl hayattan koptuklarını, 100 metre ilerdeki amcalarını kış boyunca göremediklerini falan anlatıyordu. sonra nasıl ve neden istanbul'a gittiğinden bahsetti.
daha 8-9 yaşındayken bir sabah evi askerler basmış, o zamanlar pkk daha yeni örgütlenip, saldıral falan yapıyormuş, tabi bundan o evdekilerin hiç bir haberi yok. neyse askerler bir sabah evi basmışlar. bunlar daha yataklarındaymış. sonra anneyi babayı çocuklar dahil herkesi eller arkada yere yatırmışlar, ve evde türkçeyi bilen sadece baba varmış, anne çat pat, çocuklar sıfır. sonra o çocuğa sırtında bir postal, önünde bir gazete "bunları tanıyor musun?" diye sorguya çekmişler. ve hayatında ilk defa bir asker, daha da enteresan ilk defa bir gazete görmüş. belki de gazete bile değilmiştir o. çocuk aklı öyle hatırlıyor işte. sonra askerler bir şey bilmediklerini anlayıp babaya nasihatta bulunup, pkklıların izini sürmeye devam etmişler.
sonra bir kaç ay sonra da evlerini pkklılar basmışlar. yiyecek içecek kıyafet almışlar. tabi önce zorla değil propagandayla. onlar da vermişler tabi. isteyerek değil mecburi. sonra babası bir gün bu arkadaşı yanına çağırmış. evin en büyüğü olmasına rağmen 5-6 kardeşler. baba oğluna "oğlum, burada durursak ya dağa çıkmak zorunda kalacağız asker tarafından vurulacağız, ya da evi terketmeyecek pkklılar tarafından yakılacağız. buralardan gitmek en hayırlısı" demiş. önce çok zor gelmiş köyünden ayrılmak, hiç gitmek istememiş. çocukluk işte göremiyordu ki geleceği. sonra istanbula göçmüşler bir gecekondu satın almışlar iki daire parasına ilk vurgunu yemişler. sonrası bir istanbul masalı.
şimdi subaylarla içiçe bir sitede oturuyor. ve en yakın arkadaşları da asker. ama hala içindeki o asker korkusu ve içinde kalan nefreti atamadığını söylüyor. gururu hala kırık.
ve köyünü terketmeyen masum köylüler, kandırılanlar... şimdi gençleri dağda, aileleri evlerinde onların ölüm haberlerini bekliyor. ve bu bekliyiş karşılıklı kin ve nefret olarak büyüyor.
ne bitecek, biter mi? hiç bir fikrim yok. ama keskin sirke küpüne zarar misali pkk'nın kürtlere yaptığını hiç bir miilet onlara bu kadar acı çektiremezdi. aynı şekilde türkiye'ye de.