çok özlü olmayan ama bana çok koymuş sözlerinden biridir.
üniversiteye gittiğim henüz bir ay olmuş, yalnızlığıma bu denli düşkün olmadığım zamanlar. dağ başında, karadenizin dalgalarına nazır kumsalın hemen yanıbaşına kurulmuş hazırlık kampüsüne yerleşmişimdir. sürekli kapalı hava, kampüste anlaşabileceğim kimseyle henüz tanışmamış olduğum, eve, bulunduğum yere, dünyaya aidiyet problemlerimi ilk kez o denli şiddetli yaşadığım dönem. bıkıp cuma olmadan aile evine, oradan sıkılıp pazar olmadan sürekli yarı çıplak, leş gibi şarap kokan ve her gece ranzanın üstünde poşete kusan oda arkadaşımla paylaştığım yurt odama dönüyorum.
yine bir çarşamba ya da perşembe eve gitmişim. ancak manen o kadar yorulmuşum ki bu sürüklenme hâlinden dokunsalar ağlayacağım. o hafta da çok sevgili babanneciğim bizim eve kalmaya gelmiş ve çok sevgili odama yerleşmiş. içeride annem ‘neyin var’ minvalinde sıkıştırmış, ben de biraz bahsetmişim ve gözlerim dolmaya başlayınca annemi üzmemek için banyoya doğru başım önde ilerlemeye başlamışım.
(bu arada salon en uçta ve uzun koridordan iki oda geçince banyo solda kalıyor. banyonun tam karşısında da benim odam var.)
tam yüzümü yıkamış banyodan çıkarken evin mit müsteşarı her şeyden haberdar ve her şeyde eli olan babannemle göz göze gelmişiz. babannem ‘yavrum, lady d arbanvillecim, senden bir şey rica edebilir miyim?’ demiş ve çekmiş beni bombayı bırakacağı odamın içine. ben ‘acaba nedir nedir’ diye beklerken o, palasını belinden çıkarmış ‘yavrum şu duvardaki posterleri söküver artık. zaten artık burada yaşamıyorsun, evin sayılmaz, benim odam gibi oldu.’ diyerek kalbimin ortasına saplayıp çevirmiş ve odayı terk etmiştir.
lady d arbanville’e de ağlayarak posterleri sökmek kalmıştır.
(bkz: eyvallah babanne eyvallah)