üniversiteye hazırlandığım sene birisini sevdim. yüzüne bakmaya doyulmayan, hayali bile iç ısıtan sevgilerdendi. aramızda bir şey olmadı.
üniversiteyi kazandım. sınıf yeni, içimdeki arkadaş canlısı insan daha ölmemiş, gözümden ışık çıkararak bakıyorum dünyaya. yine etrafıma neşe saçarken; birisi girdi sınıfa, boylu poslu bir oğlan, herkese tepeden bakıyor. doğmadan önce kızıl olmaya karar verip, son anda "yok ben sarışın gibi olcam" dediği için sadece kırmızı teni kalmış kendisinde.
sevdiğim çocuğa benzettim oğlanı. kanım kaynadı o benzerliğe. aslında alakaları yoktu.
tanıştık birisi sayesinde. grupça buluştuk akşam üstü serinliğinde, sonra diğerleri gitti yalnız kaldık bundan taa 4 sene önce. nargile seven (o zamanlar bağımlısıyım, tesbihle falan geziyorum), boş zamanlarında ebru ile uğraşan, kitap okuyan 2 çocuk abisi çıktı. "hepinizi ezerim" diyen tavrın altında o sakinliği görünce bayıldım tabii oğlana.
zaman geçti aradan. benzettiğim oğlan gibi sevemediğimi fark ettim. yine de o'na dair şefkatim eksilmedi. çünkü ateşli olduğu bir gün yolunu değiştirip beni yurduma bırakan birisine, doğum günümde gözleri gülmekten kısılmış, kapımda dikilirken elindeki çerçevenin içinde küçük bir lâle ebrusu tutan birisine şefkat duymazsam ölmüş olurdum. güvenilirdi hem. korurdu beni sanki.
haftalar geçti. bizi tanıştıran kişi sınıftan birini seviyor, kız bunu istemiyordu. biz de 'aşk çocuğunu' toparlamaya uğraşıyoruz, işimiz yok ya. bu buhran zamanında tüm haddini aşan aşk çocuğumuz kırmızı oğlana "sana lavandula'yı yapalım" demiş.
kırmızı oğlan bu laftan sonra konuşmadı benimle. benim dedirttiğimi sandı sanırım. "öyle bir şey yok, ben istemedim" desem de, tüm arkadaş grubu ilginin, sevginin sadece ve sadece aşık olunan insana duyulacağını sanan avamlardan olduğu için inanmadılar bana.
uzaktan içim acıya acıya izlemeye başladım onu. diğerleriyle gülerken bana baktığında buzlaşan kısık gözleri canımı acıttı.
zaman geçtikçe yok saydı, görmedi, bulunduğum ortama gelmedi, daha neler neler...
sonra tüm arkadaş grubu dışladı beni. neşemi çocukça bulmuşlar, bahaneleri buydu.
birilerini sevmekten koparılan her insan gibi kızgınlıkla doldum, özellikle kırmızı oğlana karşı. sevgimin ne olduğunu anlayamaması dağ gibi çocuğu gözümde yerle bir etti. güçlü sandığım birinin karşıma çıkıp "sen ne düşündün hakkımda?" diyememiş olması kızdırdı beni. hislerimi çatır çatır anlatabilecekken susturulmuş olmak, soracak cesareti ve isteğinin olmaması, kendi gözünü kapatıp hiçbir şey olmamış gibi davranması kızdırdı.
sevgilisi oldu, grupla arası bozuldu sevgilisi yüzünden. tüm grup gelip köpek gibi özür diledi benden, hakkını helal et dediler. etmedim.
yıllar geçti. aşk çocuğuyla aynı ortama girdik geçenlerde, kırmızı oğlandan açıldı konu. boynunda bir kitle oluşmuş, onu aldırmış. boynu sarılı gördüğümde yakın arkadaşımla "eeeğğğ sevgilisi bıçak dayamıştır eeeğğ" diye dalga geçtiğim; saatlerimi kızarak, ah ederek geçirdiğim, gördüğümde "endamına tükürdüğüm" dediğim çocuk şimdi o kitlenin zararlı olup olmadığını öğrenmek üzere.
neler yaşadığını öğrenince kendime sinirlendim sırf beni anlamadı, görmezden geldi diye bu kadar kızdığım için. zarar görmesini asla istemedim. sadece ne kadar kırdığını anlamasını istemiştim.
şimdi o dağ gibi kırmızı çocukla yine aynı sınıftayım. aramızda uçurumlar var. olsun. uçurumları kendi koydu aramıza, aşmayı da ben istemiyorum.
yine de gidip sarılmak geçiyor içimden. 2 gün önceki doğum gününü kutlayıp, geçmiş olsun demek istiyorum. aramız hiç bozulmamış gibi "o kitle seni yıkacak güçte değil" diyip yanında bulunmak istiyorum. benzer şeyi ben yaşadığımda haberi olsa bana dair hiçbir şey hissetmezdi biliyorum.
yine de hislerimi dizginleyip sınıfta sessizce ağlamaya direnemedim.
neden mi?
çünkü çerçeveyi uzun zaman önce atmış olsam da; içindeki lâle çok güzeldi.