galatasaray'ın mazisinde, kuruluş tarihinden sonraki en anlamlı, en şanlı tarih. kuruluş tarihinden sonra diyorum çünkü bu takım ali sami yen tarafından bunun için kurulmuştu. ilk adım o zaman atılmıştı.
ben daha ortaokuldaydım. galatasaray turları birer birer geçiyordu ben ise elenmesini bekliyordum. çocuktum ve galatasaraylıydım. bir rüya yaşıyorduk ve artık uyanmak istiyordum. ne kadar geç uyanırsam o kadar üzülecektim çünkü.
bologna'yı zor elemişti galatasaray ve hakan şükür'ün attığı gol haberlere konu olmuştu. alt tarafı güzel bir goldü işte ama nedense günlerce konuşuldu. başarıydı çünkü bir italyan takımıyla deplasmanda berabere kalmak. sonra dortmund geldi ve tamam dedim, tamam dedik galatasaray elendi. ama daha da kolay oldu onları geçmek. bu maçtan sonra bir spor programında galatasaraylıların uefa finaline bilet aradıklarıyla ilgili haber vardı, güldüm. gerçi hatırlayınca şimdi de gülüyorum ama olaya değil aptallığıma. mallorca geldi sonra ve geldiği gibi gitti. ben de inanmaya başlamıştım artık, herkes inanmaya başlamıştı.
leeds maçıydı ve istanbul'daydı. ben maçı radyodan dinliyordum, emindim bu sefer yenilecektik. radyodan spikerin şu cümlesi azıcık olan inancımı da bitirdi ve babamı arattı bana: -leedsli oyuncular galatasaray'ın ceza alanı önünde prese başlıyorlar.- babamı aradım çünkü o, ''leeds'i de yeneriz'' demişti. ''baba'' dedim, ''gördün mü adamlar nerde pres yapıyorlar? yenemeyiz'' güldük ve kapattık. sonra 10 dakika geçmemişti ki babam aradı: ''noldu oğlum noldu'' dedi güldük ve kapattık. evet atmıştı galatasaray 1-0 dı. sonra babam yine aradı daha az kelime söyleyip daha çok güldük, 2 olmuştu çünkü.
deplasmandaki leeds maçı geldi sonra. inanın hatırlamıyorum o anı. daha gecenlerde tekrar izledim gollerini. sert bir maçtı ve 2-2 bitmişti hepsi o. ne hissettim, ne yaptım, maçı izledim mi bilmiyorum. sadece ercan taner var kulaklarımda: ''kim attı? kral attı, alen road'da attı, leeds'e attı!''
ve final geldi, rakip arsenal'di. babam inanıyordu. birçok galatasaraylı, birçok türk yürekten inanıyordu. bense hala inanmıyordum. arsenal'di çünkü rakip. bergkamp, henry, overmans, viera, suker, kanu, petit... biz bu adamların ismini ağzımıza sadece sokakta top bize geldiğinde ve güzel bir çalım attığımızda ya da şut attığımızda alırdık. şimdi onlar bizim takımımıza rakip olmuşlardı.
dersaneye gittim herkes maçı konuşuyordu, eve gelip dışarı çıktım. arkadaşlarla top oynadık ve bizler hala bergkamp, overmans, suker'dik. sonra maç saati geldi. dakikalar ilerledikçe heyecanım arttı. arif'in kaçırdığı golde, heyecandan bağıramadım bile. maç çabuk geçti. 90 dakika hemen bitti ama uzatmalar, onlar sanki hiç bitmeyecek gibiydi. hagi atıldı önce, tamam dedim bu sefer bitti ama kalan 10 aslan devam etti onlara göre bitmemişti. sonra kaptanın omzu sarıldı ve acıdan formasını giyemedi kaptan. sonra capone sekmeye başladı. henry kafayı ne zaman vurdu ve taffarel ne zaman çıkardı tam hatırlamıyorum şuan bile. ben bağırmak üzereydim artık. ''gol yiyelim ve bitsin bitsin!'' ama bitmedi. çünkü o kadro ve o teknik ekip bunun rüya değil de gerçeğin ta kendisi olduğunu çok çok önceleri fark etmişti. benden, babamdan, sizden, herkesten önce... ve onlar önce fark ettiyse, onlar başlattıysa; yalnızca onlar bitirebilirdi, onlar istediğinde biterdi. bülent omzu sarılıyken ben bitirmek istemiyorum dedi, bitemez dedi. taffarel o topu çıkarırken bitmez, bitmeyecek dedi. takım 10 kişiyken bir taç atışında fatih terim tek bir el hareketi ile tam saha pres başlatarak bitmeyeceğini artık tüm dünyaya söyledi. taffarel, kaptan, fatih terim ve kadrodaki herkes bir şekilde bitmeyeceğini gösterdi.
penaltılara geldi sıra. ergün, suker, hakan, parlour, ümit, viera kullandı penaltıları ve galatasaray 3-1 öndeydi. popescu geldi ve atarsa kupa bizimdi. ama spiker bunu söyleyene kadar farkında değildim bence o da değildi. ama ilginç olan spiker söylediğinde bile ben inanmayıp tekrar saydım ve yanlıs saydım, bastan aldım evet atarsa kupa bizimdi. popescu topu koydu, ben bir daha penaltıları saydım. popescu topa geldi ve ben diz çöküp şuan hatırlayamadığım sayısız söz verdim allah'a. harika bir çocuk olacaktım yeterki şu penaltı gol olsundu ve oldu. ağlıyordum, gülüyordum, dışarı çıkıp eve girdim. ne dinledim, ne izledim, ne yaptım, ne düşündüm bilmiyorum ama ben hayatımda o kadar sevinmedim.
şimdi bakıyorum da o günden sonra harika bir çocuk olamadım ben. buyudum ve harika bir adam da olmadım. ama o penaltı gol oldu. ben istedim diye olmadı, benim dualarımla olmadı. belki dualarımın da, dualarımızın da katkısı vardır ama çok azdır. o kupayı dua değil; inanç, azim, kararlılık, cesaret, güven, çalışma ve daha saymayı unuttuğum sayısız asil kavram getirdi.
o günden sonra bizler bergkamp, suker, henry olmadık artık. bizler hagiydik, kaptandık, taffareldik, kraldık...
şimdi fenerbahçeli, beşiktaşlı arkadaşlar ne derlerse desinler o zafer hiçbir şeyle kıyaslanamaz. ben 6-0 yenildiğimiz gün fenerbahçeli olmayı çok isterdim eminim o gün tüm fenerbahçeliler hayatlarının en mutlu günlerinden birini yaşadı. ama 17 mayıs bir galatasaraylı için hayatın en büyük günüdür. çünkü o gün her galatasaraylı her duyguyu sonuna kadar yaşadı. bülentle acı çekti, hagiyle sinirlendi, taffarelle topa atlayıp heyecanlandı, okanla, hasanla, hakanla, ümitle pres yaptı ve popescuyla mutluluğu tatlı. o gün o statta her galatasaraylının ruhu vardı. ve o kupayı her galatasaraylı ellerine alıp kaldırdı.
son söz: ''ben artık bu hayatta beni mutlu eden bir şey yok diyordum artık mutlu olamam diyordum ama varmış''-ali sami yen'in eşi fahriye yen