* kimine göre yaradanla insan arasında ki bir bağ, kimine göre toplumların afyonudur.
bu yazıda sizlere nerdeyse bir şehir efsanesine dönüşen sovyetlerde inanc düşüncesi eğitiminin esasında nasıl olduğunu veya nasıl anlatıldığı açıklayacağım.
1- fizik güçlere tapmak : etrafındakile kendisinden güçlü, kendisine üstündüler. tanrı düsüncesinin temeli budur. kimileri acı, kimileri tatlı etkiler uyandırmaktadırlar. acıyla etkileyenlerden korkuyor, onlardan uzaklasmak istiyordu. tatlıyla etkileyenlere umut baglıyor, onlara yaklasmak istiyordu. şu halde onlarda ( patlayan volkanlar, çakan şimşekler, güclü hayvanlar) da kendisininki gibi bir irade, bir zeka olmalıydı. işte tanrılık irade, tanrılık zeka düsüncesi böyle basladı.
kendisine kötülük etmek isteyen bir soydasının önünde nasıl alçalıyor, ona nasıl yalvarıyorsa, ötekilerinin önünde de alçalabilir, onlara da yalvarabilirdi. iste ilk yere kapanıs, ilk dua. yoluna engel olan daga yer degistirmesi için yalvarırken onu düsüncesinde varlıklastırdıgının, ilk düsünce varlıklarını yaratmaya basladıgının farkında bile degildi. kendisinden güçlü, kendisine üstün olan bu düsünce varlıkları pek
çoktular, su halde evren, sayısız tanrılarla doluydu (politeisme). bunların kimisi iyilik ediyordu, kimisi kötülük. iyilikle kötülük, iyilikçi ruhlarla
kötülükçü tanrılar böylece dogdular. iste ilk insanların dini böyle basladı
eleştirim: öncelikle bu tek başına doğru değildir. öncelikle bu varsayım doğru olması için evrim teorisinin ispatı gerekiyor. veya bunun yanlış olması için kutsal kitaplarda denildiği gibi adam ve havva cenneten hakikaten de kovulmuş olması gerekir. ki bu halde adem ve havva tanrını görmüş insan olarak patlayan vulkanlara tapacak halleri yoktu.
fakat işin gerceği belirsizlik yani agnostizm olduğu için şimdilik sovyetlerdeki materyalist öğretinin diğer başlıklarını incelemeye bilmek için evrim teorisinin doğru ola bileceği düşünelim.
2- yıldızlara tapmak: yeryüzünde ve insan düsüncesinde baslayan bütün bu ilkeler (üstünlük, korku ve umut, üstün irade ve üstün
zeka, güçlünün önünde egilis, yalvarıs, düsünce varlıkları, bu varlıkların çoklugu, iyilikçi ya da kötülükçü varlıklar) insanların tarım gereksemeleri için göge yöneldiler. tarım, toplulukla yasamaya baslayan insanlar için bir zorunluktu. tarımı basarmak içinse gögün gözetlenmesi gerekiyordu. topragın gökle ilgisi belirmeye baslamıstı. bir yıldız kümesinin görünmesi, en yüksek yerine varması ve batmasıyla bir bitkinin gövermesi, büyümesi ve kuruması arasındaki ilgi, olanca açıklıgıyla insanların gözüne çarpıyordu. su halde yeryüzünü yıldızlar, bu gök varlıkları, önetiyorlardı. on bes bin yıl önce mısır'da yasayanlar yıldızlara tapmaya basladılar. bunlar, nil nehrinin yukarı kıyılarında yasayan zenci ırktan ilkel topluluklardı.
- eleştirim: öncelikle gereklilik bu gibi keşifleri getirir fakat tapmak gibi garip bir duygunun insanın içinde varolması sebebiyle tarımın yıldızlardan etkilene bileceği üzerinde düşünmek yerine insanoğlu yıldızların tarımı etkileceyini düşünerek tapınma duygusunuda bu işe katmışlar.
pekala iyi biliniyor ki eski mısırda envari çeşit tanrı bulunmaktaydı. peki bu kadar çok tanrının olması kutsal kitaplarda anlatılan adam ve havva olayına ters değil mi? yani tanrını görüp gelmiş insanlar nasıl olurda bunu mısırlara anlatmadılar. diye düşünmemek elde değil.
fakat şöyle bir gerçek var. ya hafıza denilen şey kafalarından silindiyse. veya binbir türlü mesele. yani yaracının kudretinden ve hikmetinden sual edilmeyeceği gibi bunların da olmaması imkansız değildir. herhalde. ya arada ki bağ koptu. yada bu bir sınav. yada bu bir afyon. ama o zaman neden inanma dürtüsü var? anlayacağınız yine bir belirsizlik.
3- putlara tapmak: insan bu yıldızlara birer ad takma geregini duyunca, bunlara yeryüzü adlarını yakıstırmaya basladı. tebli habes, ırmagın tasması sırasında görünen yıldızlara tasma yıldızları, sapan sürme sırasında görünen yıldızlara öküz ya da boga yıldızları, aslanların susuzluktan çölleri bırakıp ırmak boylarına geldigi sırada görünen yıldızlara aslan yıldızları, kuzuların ya da oglakların dogdugu zaman görünen yıldızlara kuzu ya da oglak yıldızları adını veriyordu. bu benzetmeler sayısızdı. artık kuzu, kıs mevsiminin kötülük eden ecinnisinden
gökleri temizliyor, boga yeryüzüne bereket tohumları saçıyordu. insan dili böylelikle mecazlara alısıyor, gittikçe zenginlesiyordu. artık
insan, gögün bogasından (boga adını verdigi yıldızlardan) bekledigi gücü, yeryüzündeki bogadan da bekler olmustu. yerden göge çıkan mecazlar böylelikle. gene yeryüzüne indiler. birtakım yanlıs kıyaslamalar basladı. öküz, balık ve daha bir sürü sey kutsallastı
düşüncem: öncelikle göktürkler kesinlikle bu üçüncü etapı görmediler. hep yıldızlara yani göktanrıya inandılar.
yalnız ben eski mısırı ve en önemlisi iki nehir arası olan mesopotomyayı özellikle seviyorum. çünkü hep arayış içindeydiler. dünyanın merkezi. pekala bu arayış neticeleri pek akıl dolu olmasada yine de insanlığın bu dramasında önemli yerleri var.
şimdi niçin ilkel insan gibi volkandan korkarcasına göklere inanmışken bir daha putlara inanmaya başladılar. bana göre sebebi şudur.
öncelikle artık insanın insana kul olma devri başlamıştır. sömrülme devri. yoksa volkan patlamasından korkmayan insan tanrıyı göklerde bulmuşken neden bir daha asla korkmayacağı putlara indirsin. çünkü artık dinin insan etkisinde yani dinin afyon özelliğini keşfetmişti. ve artık köle sistemi başlamıştır. hatta bana göre putlara tapınmakla insanların köleleştirilmesi nerdeyse aynı ana denk geliyor.
bu konuda daha önce apocalypto başlığında düşüncelerimi izah etmişdim.
artık gökden tanrıyı putlara indiren insan artık köleliği keşfettiği için putlara takmak din düşüncesini totem haline çevirdi. daha önceki etaplar kesinlikle bir keşif veya sığınma olarak karşımıza çıksalarda bu farklı bir durum.