Zâlim izzetinde, mazlûm zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor; yoksa, bakılmıyor değil. Bâzan dünyada dahi ceza verir.
Evet, görüyoruz ki, alelekser, gaddar, facir zalimler lezzetler, nimetler içinde pek rahat yaşıyorlar. Yine görüyoruz ki, masum, mütedeyyin, fakir mazlûmlar zahmetler, zilletler, tahkirler, tahakkümler altında can veriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini de götürür. Bu vaziyetten bir zulüm kokusu gelir. Halbuki kâinatın şehadetiyle, adalet ve hikmet-i ilâhiye zulümden pak ve münezzehtirler. Öyleyse, adalet-i ilâhiyenin tam mânâsıyla tecellî etmesi için haşre ve mahkeme-i kübraya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri mükâfatını görsün.
işaratü’l-i’câz, s. 60, (yeni tanzim, s. 99)
Bir adamı öldüren birini öldürerek cezalandırabilirsiniz, peki yirmi adamı öldüren birini nasıl cezalandiracaksiniz? Bunun cezası ancak cehenneme kalıyor işte.