ebeveynlerini verem edecek kadar yaramaz bir çocuktum, bazen babamdan yediğim dayakları hatırlayınca, az bile yapmış deyip gidip yeniden dövdüresim geliyor kendimi.
yağmur yağdığı için dışarı çıkamıyorum diye pencere önünde hıçkıra hıçkıra ağlayan bir çocuk olmak, öyle sokak delisi olmak..
babam mahalle bakkalına günde 3 dondurma alabileceğim kadar para verirdi, ben de bütün haklarımı kullanıp 3 dondurma alır ve çıkan bedavaları mahallenin örgütlediğim kız & erkek çocuklarına verip gazoz kapakları toplatıp getirtirdim. bigün babam yakaladı özcanla alışveriş sırasında, köşe başındayız, gözlerimize bakacak delikanlı arıyoruz, yaş 5. ne bunlar gibisinden bi bakış attı, ben tam yapacağım açıklamanın cümlelerini uygun sıraya koyarken boş bulunup ilk tokadı yedim enseye. yürü len eve eşek sıpası dedi.. böylece bilincim oturduktan sonra ilk darbemi almış oldum peder beyden.
bununla bitti mi? asla..
birgün ben selim'de bisiklet gördüm. dedim ki neden benim de bir bisikletim olmasın? peder beyin makamına girdim kapıyı tekmeleyip.. televizyonun çaprazındaki koltuğa.. baba ben bisiklet istiyorum dedim. henüz erken değil mi yakışıklı oğlum dedi ve anneyle birkaç dakika göz temaslarıyla münakaşada bulunup 'sen bisiklet mi istiyorsun' dedi, 'ivit' dedim. bu muhabbeti yaparken de annemin az önce yaptığı vanilyalı ev kekinden 2 dilim kapıp dışarı çıkacağım fırsat kolluyorum..
hiç umulmadık bir anda, tartışmanın ortasında 'sana çok aşığım' diyen sevgili asaletiyle yerinden fırlayan babam 'e hadi hazırlanın o zaman' dedi..
gittik. kırmızı bianchi marka kontra pedal bir bisiklet aldı babam bana. mahalleye girerken zeus gibi kasıla kasıla yürüyorum. gururdan ölücem babam bana bisiklet aldı..
zannediyorum 5. gün..
bisiklet gelince ben mahalle arkadaş ortamımda level atlayıp bisikleti olan ve yaş olarak büyük olan arkadaşlar edindim kendime. bunlar bisiklet yarışları yapıyorlar ben can atıyorum katılmak için..
'bizimle yarışlara katılmak istiyorsan bir gün bizimle hayvanat bahçesine gelmelisin' dedi selim(11) yavşağı.
antalya hayvanat bahçesi de anasının gözünde, arada köprüsü, yaya geçidi olmayan koskoca antalya ankara otobanı var 5 şerit..
neyse, babamla gittiğimiz zaman tanıştığım anne domuz vardı, son gittiğimizde babam hamile olduğunu söylemişti. biz kendimize yolluk yapıp yola koyulduk, ne annenin haberi var ne babanın, mesafe de takriben 4 km. 2 otoban, 3 anayol aşıyorsun..
gittik. ben yolluğumdan ayırdığımı domuzlara yedirdim. bütün gün gezdik gezdik gezdik..
eve döndüm..
bu arada babam o zaman 33 yıllık antalya'lı, uçan martının adını bilir öyle çevresi var. 4 arkadaşı arayıp 'senin oğlan bisikletle hayvanat bahçesine gidiyordu haberin var mı' diye bilgi veriyor..
ev müstakil, annem kızartma yapacak patates soyuyor yüzünden düşen bin parça, babam da zeytin ağacımızdan dal temizleyerek 'bisikletle hayvanat bahçesine giden evladı döverken dikkat edilecekler challenge' videosu için ön hazırlık yapıyor..
ben hala saf, temiz kalpli, annesinin sözünden çıkmayan ozan.. annemin dizinin dibine eğilip yanağına öpücük kondururken babam bir soru yöneltiyor bana;
- ozan, anne domuz yavrulamış mı oğlum?
hani durup bir düşün değil mi.. belli bu bir olta, bu bir tuzak soru..
hiç düşünmeden cevap veriyorum;
- hayır baba hala hamileydi..
hmm.. geç içeri geç..
babamın kusursuzca temizlediği zeytin dalıyla bana doğru dönmesiyle bir şeylerin ters gittiğini, artık burada güvende olmadığımı anlayıp anneme 'allahını seversen kurtar beni şu manyaktan' bakışı atmamla içeri, odama kaçıp yatağa yüzüstü atlamam bir oluyor..
yaşım 26, hala bacağıma çarpan zeytin dalının rüzgarla sevişmesinden çıkan 'fışşş fışşşş' sesleri kulaklarımda, canım nasıl yanmışsa.. belden aşağısı zebra gibi gezdim ortalıkta haftalarca..
tabii ben ağlıyorum ama pederi defterden sildim.
artık hiçbir şey eski samimiyetinde, saflığında olmayacak..
eski ozan yok artık!
ertesi gün..
annem mutfakta yemek yapıyor.
yine elime bi karpuz tutuşturmuş suları göbeğimden aka aka kemiriyorum..
karpuzu sol elime alıp, sağ elimle kapıya dirseğimi koyup anneme diyorum ki;
- senin bu kocan var ya, beş para etmez!!!!
annem basıyor kahkahayı.. benim o zaman kurduğum bu cümle hala whatsapp sülale gruplarında dillendirilir.
ertesi hafta..
hayvanat bahçesi tezimi başarıyla noktaladığım için akşamki bisiklet yarışına 3. sıradan katılmaya hak kazandım. herkes bisikletini temizliyor yağlıyor falan. asaletimden ödün vermeden 'zaten ben kazanıcam ne bok yerseniz yiyin' diyerek vanilyalı max'imi yiyorum.
yarış başlıyor, en öndeyim.. ama bi gariplik var neden herkes yavaşladı ki diye düşünürken virajı görmeyip bel hizasında duvara çarpıp duvarın arkasındaki uzun ve dikenli çalılıkların içine düşüyorum..
beni bulamıyorlar. ama gerçekten bulamıyorum ve babamı çağırıyorlar, ben baygın halde yatıyorum..
ulan beni orada ölüme terk edin ama şu deliyi çağırmayın..
seke seke paytak paytak yürüyorum, yavşak selim vücudumdaki dikenleri temizliyor, hem ağlıyorum hem babam döve döve eve getiriyor..
çenem paramparça, dirseklerim paramparça, dizlerim paramparça..
annemin gözleri dolu dolu, benim ölmeden büyüyebilmem için allaha dualar ediyor..
tam ortam yumuşadı, annem saçlarımı okşayarak şefkatli kollarına aldı derken arkadaşlarım sürükleyerek 10 gün önce alınan bisikletimi getiriyorlar ama bisikletin yarısı yok..
babam kalan taksitleri hesaplarken diğer arkadaşım kalan yarısını da getiriyor ve ben aynı gün içinde 2. dayağımı yiyorum babamdan..
babam o akşam yargı dağıtıyor ve sen adam olana kadar bisiklet yok diyor..
o akşam.. annemin dizinin dibine oturmuşum annemin ayıkladığı iğdeleri yiyorum ve annem bana paylaşmanın güzel bir davranış olduğunu, paylaşımcı insanların daha çok sevildiğini, arkadaşlarımıza, dostlarımıza bazen tanımadığımız insanlara bile yardım etmemiz gerektiğini anlatıyor. bi kulağım galatasaray'ın deplasmanda dordmund'u 2-0 yendiği uefa kupası maçında, diğer kulağım güzel annemde..
ertesi gün babam izinli, arabası kapıda yatıyor ve içi dimes cam şişe meyve sularıyla dolu..
babam, arabayı nereden nasıl açacağımı anlatmıştı canım istediği zaman ve evde bitmişse gidip arabadan meyve suyu alayım diye.
sabah oldu, erken uyandım ve herkes uyuyor, çizgifilmlere reklam girince buzdolabındaki borcam dolusu bisküvili pastadan çatalla aşırıp geri dönüyorum salona.
sonra birden aklıma bir soru geldi,;
capslock on
paylaşmak güzelse, babamın arabasındaki o kadar meyve suyunu neden arkadaşlarımla paylaşmıyorum
capslok off
bir başka deyişle o kadar meyve suyunu kim içecek amk!
sessizce evden çıkıp mahallenin bütün çocuklarını tek sıra yapıyorum, bedava algida karşılığı haraca bağladıklarımı bile!
meyve suyunu alan uzuyor, tam esnaf edasıyla, seri hareketlerle canım arkadaşlarımla ihtiyacımız olmayan(!) meyve sularımızı paylaşıyorum..
aklıma babam geliyor gülümsüyorum.. ehehe çakal senii..
bu sefer ön hazırlığın yok değil mi?
gafil avlandın..
seni kendi silahınl..
enseye yediğim tokatla arabanın içindeki şişelerin üzerine yuvarlanıyorum..
ağlayarak uyuyan annemin kollarının arasına koşuyorum ama bakmayın kedi gibi olduğuma..
bu kez defterden silinen isim valide hanım! bana ihanet ettin diyorum.. hani paylaşmak güzeldi..
ben ne bileyim babam onları satıp bize bakıyor..
bir de köydeyken çükümü köpek ısırmıştı ki ona hiç girmiyorum bile! bayağı ucunu tutup bahçede yarım saat gezdirmişti beni ben çük elden gidiyor yetişin diye feryat ederken..
ne dediyse artık köpek? bu ne len böyle minicik..
hatırlayınca güzel günlermiş. bisiklet yüzünden 3 kez, duvardan ve ağaçlardan düştüğüm için de 2 kez hastaneye kaldırıldım.. ama hiç pişman değilim. keşke şimdiki çocuklar da böyle yaşasalar.