1548 yılında kaleme aldığı bir eserde, erk'in daha da güçlenip güçsüzü ezerken, burada güçsüzün heykel tabanı yani kaide, erkin ise heykel olduğunu söylemiştir. Yani iktidarı ayakta tutan halktır, iktidarın kendinde biriktirdiği ve güçsüzü ezmek için kullandığı gücün aslında devredilmiş geçici bir güç olduğunu söyler. Kısacası adam ta o yıllardan modern siyaset bilimindeki halk-iktidar misyonlarını yerli yerine atamış.
"Şimdilik bana anlatılmasını istediğim şey şudur: Nasıl oluyor da bunca insan, bunca şehir, bunca ulus, kendisine verdikleri güçten başka gücü olmayan, katlanmayı kabul ettikleri ölçüde onlara zarar verme erkine sahip, ona karşı gelmektense ondan gelen her şeyi sineye çekmeyi tercih ettikleri takdirde onlara hiçbir kötülük etmeyen tek bir tirana tahammül ediyor? Ne kadar şaşırtıcı bir şeydir bu. (aslında şaşırmaktan ziyade üzülünmesi gereken çok sıradan bir şeydir)! Sefil bir şekilde kullaştırılmış, zorlayıcı bir güç tarafından zorlanmış değil de, tek olduğu için korkmaları gerekmeyen, onlara karşı insafsız ve acımasız olduğu için sevmedikleri tek bir kişinin karşısında hayran kalmış, bir anlamda büyülenmiş, acınası bir boyunduruğa başları eğik tâbi olmuş milyonlarca insanı görmek şaşırtıcıdır. Ama insanın zayıflığı böyledir! itaate zorlanmış, ödün vermek zorunda kalmış, kendi aralannda bölünmüş olduklan için her zaman en güçlü taraf olamazlar. Dolayısıyla silahlann gücüyle zincire vurulmuş bir ulus tek bir kişinin erkine boyun eğmişse (Atina şehrinin otuz tiran egemenliğinde olduğu gibi), onun kulluk etmesine şaşırmamak, kulluğuna üzülmemek lazım veya daha doğrusu buna ne şaşırmak ne de acımak lazım. Sadece kararlılıkla bu felakete tahammül etmek ve gelecekte daha iyi bir fırsat yakalamak için beklemek lazım."
"Ama ey ulu Tanrım, nedir bu? Bu kötülük eğilimini, bu korkunç eğilimi nasıl adlandırabiliriz? Sayısızca insanın mülkleri, aileleri, çocukları, hatta kendi hayatları bile kendilerinin değilken yalnızca itaat etmekle kalmayıp yerlerde süründüklerini, yönetilmekten ziyade baskı altında tutulduklarını görmek utanç verici değil midir? Herkesin canı pahasına hayatını koruması gereken bir ordunun karşısındaki, bir barbar takımının değil; tek bir kişinin, üstelik Mirmidon olmayıp savaş alanlarının barutunu hiç koklamamış, en fazla karşılaşmaların kumuna bulanmış, insanları yönetmekte beceriksiz olmakla kalmayıp en ufak bir kadıncığı bile tatmin edemeyen, çoğu zaman ulusun en çirkef ve en kadınsı, en korkak kişisinin yağmalarına, haydutluklarına, insafsızlıklarına maruz kalması! Bu korkaklığın adını koyabilir miyiz? Böyle bir boyunduruğa girmiş insanlara çirkef ve ödlek diyebilir miyiz? iki, üç veya dört kişinin tek bir kişiye boyun eğmesi tuhaf olsa da mümkündür; belki de bunun cesaret eksikliğinden olduğu söylenebilir haklı olarak. Ama yüz kişi, bin kişi tek bir kişinin zulmüne ses çıkartmıyorsa, bunun ödleklik olduğu, ona çatmaya cesaret edemedikleri veya daha da iyisi onu küçümsedikleri ve adam yerine koymadıkları için ona karşı koymak istemedikleri hâlâ söylenebilir mi? Son olarak yüz kişi, bin kişi değil de, yüz ülkenin, bin şehrin, bir milyon insanın, hiç çekinmeden onlara köle gibi davranan birisini ezmek için saldırmadığını görsek, bunu nasıl nitelendiririz? Korkaklık mıdır? Ama bütün kötü eğilimler için aşılamayacak sınırlar vardır. iki adam, hatta on adam bir adamdan çekinebilir, ama bin adamın, bir milyon adamın, bin şehrin tek bir adama karşı kendilerini korumaması! Ah! Bu yalnızca ödleklik değildir, ödleklik buraya kadar varamaz; tıpkı yürekliliğin tek bir adamın bir kaleye tırmanmasını, bir orduya saldırmasını, bir ülkeyi gerektirmediği beklemediği gibi! Ödleklik kelimesinin karşılık gelmediği, onu anlatmak için hiçbir ifadenin bulunmadığı, doğanın inkâr ettiği ve dilin de adlandırmayı reddettiği bu korkunç kötü eğilim nedir?"