Haklısın turkuaz54 , türk tarihi gerçekten de büyüktür, hem de çok büyüktür. Ama onun yaşamış gerçek kahramanları da onun kadar büyüktür, hem de çok çok büyüktür. O eserin sahte olduğu saçmalığı gibi, delilsiz ve desteksiz "Düzmece" ve "safsatalar"la ortadan kaldırılamayacak kadar.
Aynı yazarın Türk Dünyası Araştırmaları Mart-Nisan 2019 sayısında yayınlanmış daha ayrıntılı bir makalesinden:
"Ahmed Muhtar Paşa’nın bu meşhur eserinde yer alıp, literatürde yavaş yavaş fethin simgesine dönüşmeye başlayan “Ulubatlı Hasan” rivâyeti, bundan sonra bekleneceği üzere özellikle Yunan ve Romen akademik çevrelerinde rahatsızlığa neden olmuş; bu ise 1930’ların başlarından itibaren Yunan târihçi Papadopulos, Hanak-Philippides ve Romen târihçi Grecu’nun yersiz iddiâları ekseninde, hiçbir bilimsel kaygı gözetilmeksizin Chronicon Maius’un “pseudo” (sahte) olduğu, XVI. yüzyılda Monemvasia metropoliti Makarios Melissinos (ö. 1585) tarafından uydurulduğu iddiâsının türemesi sonucunu doğurmuştur . Kısa kronik Sfrancis tarafından 1477 yazının sonuna ait yapılmış kısa bir girişle yarım kalırken, geniş kronikte bu târihin yerine bizzat yazarının dilinden: “29 Mart 1488’de çok hasta olmasına rağmen, önde gelen yurttaşların ricâsı üzerine” yazıldığının belirtilmesi , ilkinde Sfrancis “πρωτοβεστιαρίτης/protovestiaritis = imparatorluk muhâfızlarının başı” gösterilirken ikincisinde “πρωτοβεστιαρίτου/protovestiarios = imparatorun elbiselerinin sorumlusu” olarak gösterilmesi , içinde Melissinos ailesine ait yeni farklı bilgilere de yer verilmesi... gibi kolaylıkla açıklanabilir noktalar ; hattâ daha önce hiç kimse tarafından yapılmamış bir şeymiş gibi, müverrihin eserini Sakızlı Leonardo (ö. 1459), Paraspondylos Zotikos ve Laonikos Chalkokondyles gibi çağdaşı diğer yazarların eserleriyle genişletmesi bile bu konuda iddiâ sâhiplerinin alenî istismârına malzeme olmuştur .
Bu trajikomik sözde kanıtlar, meseleye objektif yaklaşan ciddî bilim adamları tarafından peşinen reddedilse de , içeriği yeterince sorgulanmadan yeni bir keşifmiş havasına sokularak târih câmiâsında kısa zamanda rağbet bulmuştur. Oysa ki metnin aslî yazarının, kroniğin bütününe hâkim olan ilk ağızdan anlatır üslûbu, olayların içinde olduğunu kesinleştiren “Bizimkiler / Türkler” şeklindeki özgün vurgusu, özellikle fetihle ilgili “III. Bölüm”ün dıştan hiçbir ilâve, çıkarım ve müdâheleye imkân vermeyen, giriş-gelişme-sonuç esâsına dayalı bütünleşik kompozisyonu bu gülünç gerekçeleri peşinen ortadan kaldıracak ve “Ulubatlı Hasan” rivâyetini de sağlam tarihî bir temele oturtacak derecede uyumludur. Nitekim yukarıdaki bilim ve mantık dışı iddiâların tam aksine; iki kronik arasındaki yazım zamânı farkının, bekleneceği üzere kısa metnin daha sonra genişletilmesinden kaynaklandığı, Sfrancis’in görevine ilişkin birbirine çok yakın iki kelimenin yazımında mükerrer bir istinsah hatâsı yapıldığı, Melissinos ailesi ile ilgili eklentilerin ise Sfrancis’in Mora’da kaldığı sırada aile mensupları ile ilişkilerinin güçlenmesinden ve onlardan daha geniş bilgi alma imkânı elde etmesinden kaynaklandığı izaha imkân bırakmayacak derecede açıktır. iddiâcıların Sfrancis’in Chronicon Minus’ta Fâtih’e ve Türkler’e karşı sadece “menfur ve gaddar emir”, “dinsiz”, “acımasız” gibi ithamlar yöneltirken, Maius’ta daha geniş hakaretlere yer vermesini bir çelişkiymiş gibi yansıtmaları da ilmî ciddiyetten çok uzak bir iddiâdır. istanbul’un fethini bile birkaç cümle ile geçiştiren yazarın, bu kadar kısa bir metinde hakaretlere çok geniş bir yer ayırması beklenemeyeceği gibi; Sfrancis’in oğlu ile ilgili çirkin îmâ üstü kapalı bir şekilde aslında Küçük Kronik’te de vardır ve onun eserini yazarken Dukas’a haber aktaran taraflı çevrelerin iftirâlarından etkilenip aşırı yorumlara sapmış olması da gâyet olasıdır.
Chronicon Minus’ta (Has Murad Paşa’nın ölüm sebebi örneğinde olduğu gibi), kendi yaşadığı zamanın olayları hakkında yanlış bilgiler de aktardığı görülen Sfrancis’in, adı üstünde “genişlettiği” bir eserde bu hatâlarını kendi eliyle düzeltmesi, değiştirmesi, verdiği bilgileri daha da genişletmesi, kelimeleri nâdiren yanlış imlâ etmesi ve te’lif târihini güncellemesinde şaşılacak hiçbir taraf olmadığı gibi, bunlar metnin “pseudo/sahte” oluşuna da ne ilmî ne mantıkî anlamda hiçbir delil teşkil etmez. Yalnız târih sahasında değil, tüm bilim alanlarında cârî olan eser yazım geleneğinin asırlardır süregelen kalıplaşmış en bilindik nüanslarını sergileyen bu durumlar, bir eserin “sahte” oluşuna delil teşkil etseydi, eserini genişletmeye teşebbüs eden her müellifin bu girişimini bir “sahtekârlık”, yazdığı daha ayrıntılı ve nitelikli her eseri “sahte” ve aralarında tek bir istinsah hatâsı bile bulunan her nüshasını “uydurma” kabul etmemiz gerekirdi. Bu ise bilimsellikle uzaktan-yakından alâkası olmayan bir yaklaşımdır.
Nitekim Chronicon Maius metni, kısa kronikte yer almayan; eserin bizzat Sfrancis’e ait olduğuna kesinlik kazandıracak ve dış müdâhale ihtimâlini peşinen ortadan kaldıracak şekilde, yazarın: “Καὶ ἀναβὰς ἐϕ’ ἵππου ἐξηλϑομεν τῶν ἀνακτόρων περιερχόμενοι τὰ τείχη, ἵνα τοὺς φύλακας διεγείρωμεν πρὸς τὸ ϕυλάττειν ἀγρύπνως : imparator atına bindikten sonra saraydan çıktık ve nöbetçilerin tüm dikkatleriyle mevzîlerinde bulunmalarını te’min için surları teftiş ettik...”, “ Ὡς οὖν εἶδεν ὁ δυστυχὴς βασιλεὺς καὶ ὁ αὐϕέντης μου, δακρυχέων ἐπαρεκάλει τὸν Θεὸν καὶ τοὺς στρατιώτας : Benim mutsuz imparator ve efendim bu manzarayı gördüğünde, yaşlı gözlerle Tanrı’ya duâ ediyordu...”, “Οὐαί, οὐαὶ κἀμοὶ τῆς προνοίας ἐν τίνι καιρῷ με ϕυλαττούσης·?.. : Heyhât! ilâhî takdir tarafından neleri görmem kararlaştırılmıştı?..” gibi özgün ifâdelerini içermektedir . Kısa kronikteki fetihle ilgili yegâne tarihî kayıt olan ve her iki kronikte de ortak ifâdelerle tekrarlanan: “ἐμοῦ πλησίον αὐτοῦ οὐχ εὑρεϑέντος τῇ ὥρᾳ ἐκείνῃ, ἀλλὰ προστάξει ἐκείνου εἰς ἐπίσκεψιν δῆϑεν ἄλλου μέρους τῆς πόλεως : Ben o sırada efendim imparatorun yanında bulunmuyordum; fakat emri üzerine şehrin başka bir tarafına teftişe gitmiştim.” cümlesinin , Chronicon Minus’ta bulunmayan, yalnız Chronicon Maius’ta karşımıza çıkan yukarıdaki daha önceki cümlelerle bire-bir aynı üslûbu taşıması, onların sonucunu açıklar nitelikte olması ve aynı görevdeki kişinin ağzından çıktığının aşikâr olmasından da anlaşılacağı üzere, kroniği genişleten kimse olaylara bizzat şâhid olan ve o sırada surları teftişle vazîfeli bulunan Sfrancis’ten başkası değildir .
Yukarıdaki zorlama iddiâları eserin sahteliğine delil getirmeye çalışanlar bu özgün ifâdelerden nedense hiç söz etmemiş, içine düştükleri bu çelişkili duruma mantıklı bir açıklama da getirememişlerdir. Oysa bu açık ifâdeleri bile Melissinos’un uydurmuş olduğunu iddiâ edecek kadar ileri gidenlerin; bu ilginç, aşırı ve sıradışı iddiâlarının bilimselliğini ispatlamak için “laf” değil, aynı düzeyde sağlam, inandırıcı ve sıradışı deliller ortaya koymaları gerekirdi."
(H. Yılmaz: Fatih'in Alemdarı, Şehidler Serdarı Ulubatlı Baba Hasan, Türk Dünyası Araştırmaları, 121/239, Mart-Nisan 2019, s. 383-404)
Ortaya direkt laf ve safsata bırakmadan önce beyin denilen mefhumu kullanmak lazım. Bunu söyler, başka da bir şey söylemeye gerek görmem. Tarihimizi uydurduğumuz saçmalıklarla, düzmece ve safsatalarla yok etmeye ne kadar da meraklısınız!