oh be, her şey yolunda. yırttık. galiba. verdikleri eve yerleşiyoruz. ilk kira ve depozitoyu ödüyoruz. * eve yerleşiyoruz. oak park bizim kalmak istediğimiz yerdi. aynı şirketin bir yerde daha yeri vardı, sanırım downers groove, orayı kabul etmemiştik. downtowna çok uzak, ve bomboş bir yerdi. oak park ise güzel bir yer, üstelike downtowna on beş dakika mesafede. ısrarlar sonucu oak park'a yerleşiyoruz, beş güne kalmaz işe başlicaz. eve üç kolombiyalı geliyor. iyi adamlar, ama ne pis herifler. beş gün geçiyor, iş yok. on gün geçiyor, iş yok. on beş gün geçiyor, iş yok. param bitmek üzere. ve sinirlerim sonuna kadar zorlanmış, müthiş gerginim. buradaki danışmanımız ise juan isimli bir costa rika'lı. iyice tanıdıktan sonra, "amerikan ordusu sempatizanı, iguana kılıklı costa rika'lı cüce" demeyi tercih ettim. telefonlar, türkiye'deki şirketle kavgalar, juan'la, joe'yla kapışmalar. sonunda işe başıyorsunuz deniyor. ama bir şartla. sizi başka eve taşımak zorundayız. konsolosluğu arayıp şikayette bulunuyoruz, burada elli kadar insan daha var diyorlar, şikayetçi olan. ya taşının, ya da siktirip gidin deniyor, juan ve joe tarafından.
imkanı yok diyoruz, eve bok gibi masraf yaptık, temizlik yaptık, o kadar yiyecek aldık. masraflarımızı karşılıyorsanız, eyvallah. tamam tamam diyorlar, oturun. "para falan vermeyiz.
üç gün sonra arıyoruz sizi, başlıyorsunuz." yaklaşık bir hafta daha geçiyor, sonunda arıyorlar. işe başlıyorsunuz. ama downers groove'da. oraya taşınıcaksınız. artık her şey o kadar inada binmişti ki, kabul etmiyoruz dedik. gerekirse ulaşımımızı biz sağlarız, ama ta-şın-mı-yor-uz.
oak park'tan downers groove'a ulaşım çok zordu. yine de katlandık. işe başladık. iş, kesinlike bir work and travel işi değildi. inanılmaz yorucu, inanılmaz ağır ve yıpratıcı bir iş. yani, mcdondals'ta çalışmak tatil köyünde tatil yapmaya benziyordu, samimiyim. sabah dört'te kalkıp, işe gidiyor, çalışıp akşam eve dönüyor, anında uyuyup tekrar sabah 4te kalkıyorduk. başka hiç bir şey yapamaz olduk, ama katlanıcaktık. new york'taki güzel tatilimiz için.
dördüncü iş gününde, son acı gerçekle karşılaştık. ilk bir ay maaş ödenmeyecek. sebep ne? 4 aylık ev kirası otomatik olarak alınıcak. son bir haftayı cebindeki 7 dolarla geçiren ben, artık yeter demek zorunda kaldım. kuru kuruya demedim bunu. oturdum, hesap yaptım. bir ay boyunca maaş almasam, arkasından bir ay maaş alsam, çalışma sürem bitiyor ve tatil yapma günlerim başlıyor. ama o kadar az para kazanmış oluyorum ki, new york'ta maksimum dört, bilemedin beş gün konaklama parasını karşılayabiliyorum. ayrıca bu sebepten dolayı uçak biletimi yakın bir tarihe aldırmam gerekiyor ki, bu da iki yüz elli dolarlık bir fark ödemek demek. yani, o beş günü bile tatil yaparak geçirmem imkansız. tüm para dönebilmek için uçağa gidecek.
şabat ve immigroşa döndüm. gençler, bana müsaade. ben dönüyorum dedim. onların maddi konuda sıkıntıları yoktu. hem yanlarında benden çok daha fazla paraları vardı, hem de ailelerinden new york tatili için tekrar para alacaklardı. "yapma abi, ailenden para al, tatile geçelim" dediler. ama ben ailemden para alamazdım. istesem de alamayacacktım. sadece bilet farkını ailemden rica ettim, dönmem için o parayı yolladılar ve türkiye'ye tek başıma döndüm.
şabat ve immigroş ise new york'a gitmek üzere yola koyuldular. üç-dört hafta kadar tatillerini yaptılar. onlar adına ne kadar sevinsem de, nasıl hissettiğim hakkında da fikir sahibi olduğunuza eminim.
işte, alın size work and travel. şunu bilmenizde fayda var, bu yaşananlar bana özel bir durum değildi. orada tanıştığım onlarca insan da aynı sorunlarla boğuşuyordu. yani, work and travel'da istisna şanssızlıklar değil, işinizin yolunda gitmesi, eğlencesi. yine de gidicem ulan derseniz, yolunuz açık olsun.