ilkokulun vazgeçilmez eylemlerinden birisidir. genelde kış olduğunda okulun çıkış kapısı üst sınıf nöbetçileri tarafından tutulur. bundan habersiz olan bizler üstüne şiddetlice basılmış bir karton meyve suyu ya da kola kutusu alır maç yapmaya helehobeloy nidalarıyla koşuştururduk.
koşarken öndeki arkadaşın önlük kemeri çekiştirerek şaka yapardık. tabii bu eğlence kapıdaki üst sınıf öğrencileri görene kadardı. çok eskiden teneffüsün kısa olduğu zamanlarda bunu bilen bizler heyecanla "abi abi abi açsana kapıyı" diye alelacele bağırırdık. karşıdaki büyük öğrenci ise öğretmen edasıyla "olmaz müdür söyledi çıkarmıcam sizi gidin içerde oynayın" diye azarlardı bizi. biraz önce heyecanla koşuşturulan sınıfa kös kös dönerdik.
herkes bir masa kapardı. yeni cilalanmış masalar tercih sebebiydi hatta yürürken aklına masa gelen koşuyor onun koşmasıyla arkadaki öğrenci de durumun farkında varıp peşinden koşuyordu. sınıfa son öğrenci geldiğinde masalar kapılmış olurdu. en iyi oynayan kişinin orta parmak tırnağı muhakkak kırık olurdu.
maçlar iki şekilde oynanırdı birinci tür serçe parmaklar kale direkleri ortadaki işaret parmağı ise kaleci hayrettin gibi durduk yere top gelmese bile bir sağa bir sola hareket eden kaleci gibiydi. herkesin üç hakkı olurdu üç vuruşta gol atamayana izleyiciler nanik çekerdi. yenilen oyuncu sınıfa alay konusu olmasıyla canı sıkılırdı. gerçek futbolcuların mazareti olur da bizim olmaz mı hiç "cocuuun bi eli var küçücük benimkisi büyük kale farkı var" ya da "olum beş bin lira ile oynanmaz ki bu çok küçük tutamıyosun" türü mazeretlerle durum geçiştirilmeye çalışılırdı. diğer bir tür ise yan yana oturan oyuncular tarafından oynanır bozuk paraya falso ile gol atma çabası içine girilirdi. oyundaki en büyük kavga para seçimiydi. tercihen demir onbinlik seçilirdi çünkü beşbinlik ve ikiyüzellibinlikler çok büyük gelirdi ve vururken parmağı çok acıtırdı. bir de yancıları vardı oyunun. oyunun başından beri "evet rıdvan rıdvan vuruyor ve çok güzel bir gol" diye bağırır, hangi tarafı tuttukları belli olmazdı. yancının tuttuğu takıma göre bu kişiler ünal, mutlu, tanju, bülent, hami ismini alırlardı. öğretmenin gelmesiyle maç yarıda kesilir para cebe koyulup perde aralanır havaya bakılırdı bir dahaki teneffüste dışarı çıkabilme umuduyla.
sonra bu oyun yok oldu silindi. kimse oynamamaya başladı zaman zaman gittiğim ilkokulların hiç birinde teneffüste oynayan birine rastlamadım ta ki yine yeğenimi ziyerete gittiğim ilkokul dördüncü sınıflardan birinde gördüğüm iki öğrencinin bunu aklıma getirip yazmayı düşündürene dek.
- olm onu yazmıcan öbürünü yazıcan sonra testere veriyo adamları kesiyosun
- yok yok getea * diil bu getea gibi ama arabaya binilmiyo ilkten balta ile oynuyosun sonra gittikçe silah çıkıyo ben bir milyonluk açtırmıştım kalktım hemen oynayamadım.
bundan bir süre sonra kutu kola ile top oynamayı bozuk para ile maç yapmayı üç korner bir penaltıyı unutacak çoğu çocuk. ileride bir gün anılarını düşündüklerinde şimdi beyinlerine oyun aracılığıyla legal olarak sokulan g3 leri desert eagle'ları, öldürülen sanal insanları hatırlayacaklar. sahi bir kutu kutu pense vardı noldu ona ?