Bazı sanat eserleri vardır ve onlar icra edildikleri alanın çok dışında değerlendirilir. Yani belli bir kalıba giremez, belli bir alanda ele alınamazlar. Bir başyapıt değillerdir ancak başyapıt mertebesindeki çalışmalardan çok farklı bir havaları vardır. Bir ödüle ihtiyaç duymaz, devir açıp kapama gibi işlerle uğraşmaz, otoritelerin olağanüstü betimlemeleri ile taltif edilmezler.
işte Cennet sineması böyledir. 1988 yapımı bu film anlatım tekniği olarak sinemanın ezberini bozmamıştır. Hatta içinde sıkça atıf yaptığı fellini, de sica, visconthi gibi büyük yönetmenlerin filmlerinde olduğu gibi herhangi bir sinema akımına da yol açmamıştır. Oscarları, cannes'ları yıkıp geçmemiş; buralardan mütevazi sayıbilecek ödüllerle çıkmıştır.
Ama cennet sineması; diğer tüm sinema yapımlarından farklı bir başyapıttır.
Sinema tarihinde başrolünde sinema olan daha iyi bir film henüz çevrilmedi desem abartmış olmam. Cennet sinemasının başrolü ne toto, ne alfredo ne de başka bir karakterdir. Cennet sinemasının başrolünde dünya savaşının yıktığı bir ülkenin enkazları arasında beyazperdede ki öpüşme sahnelerinden bile mahrum fakir bir akdeniz halkının hayata karşı tek eğlencesi olarak konumlandırılmış sinema sanatı vardır. Ve cennet sinemasının yücelttiği sinema sanatında yer yer melodrama kaçan, b tipi, dönemsel statülerle çevrilen basit yapımlar daha öndedir. Cennet sineması filminde tarnatore, sanat ve estetik kriterlerden soyutlanmış bir sinema sanatını kusursuz bir güzellikte üstelik izleyicinin gözünden izletir bize. Yönetmen kamerasını bir filmin dışına konumlandırarak; o filmleri izleyen insanları ötekileştirmeden bir sahiplik hissi yaratır. Kendi hayallerini kurmaktan bile mahrum kalmış insanların idea'larını ithal etme yöntemi olarak konuMlanan sinemayı; gerçeklikten uzaklaşma simulasyonu olarak işler. yusuf atılgan In aylak adam ındaki gibi, sinema salonlarına doluşan insanların dünyadan kopma eğilimini işler. Tarnatore'nin nuovo cinema paradiso'sunda sinema, bir bedene girerek arzı endam eder.
Yani bu film sinema sanatını başrolde oynatmayı başaran bence tek yapımdır.
Üstelik tarnatore bunu yaparken bize savaş sonrası yıkık bir ülkeyi, babalarını kaybeden çocukların dramını, fakirliği, sosyal değişimi, aileyi, yurt kavramını, konar-göçer olmayı, aşkı, dostluğu ve taşra ilişkilerini de 12'den vuran bir anlatımla beyazperdeye aktarmayı başarır. Bu açıdan cennet sineması aslında biz kaza ile hayata geçmiştir dememiz de mümkündür. Tıpkı türkiye'nin en farklı-sıradışı-muhteşem yapımı olarak gördüğüm tabutta rövaşata'da derviş zaim'in yaptığı gibi; tarnatore'de sanırım nasıl bir eser ortaya çıkacağını pek kestiremeden bu filmi çekmiş zira ne zaim de ne tarnatore'de daha sonra bu filmlerinin yüzde 10'una bile ulaşacak bir yetenek göremiyoruz. Kaba tabirle kaza ile mona lisa çizip sonrasında orta halli pitoresk eserler ortaya koyan iki ressam gibiler desek yanılmış olmayız.
Cennet sineması, akdenizin sıcak ikliminin sıcak insanlarının hayal dünyalarını şekillendiren bir sanatı bize harika bir üslupla anlatır. Gelmiş geçmiş en büyük film müzik yapımcısı ennio morricone'nin olağanüstü sound'ları ile duygusal bir trajedi cennet sineması ile bizlerin izlemesine sunulmuştur.
Sinemaya bir saygı duruşu niteliğinde olan ve başrolünde de sinemanın oynadığı tek filmdir.
Buraya kadar okumaya dayandıysan eğer sevgili dostum; bu filmin içerdiği o sıcacık tebessüm ile tüm samimiyetimi kelimelerime yükleyerek sana sevgiyle sarılıyor ve alfredo'nun kör gözlerinin karanlığına atıf yaparcasına seni tanımadan sevdiğimi de bilmeni istiyorum.
Öyle...