böyle bir gecede sormuştum: “bu acıyla nasıl yaşanır?”
bana, “insanın sevdiği biri öldüğünde; içinde 40 mum yanar, her gün bir mum sönermiş, biri hiç sönmez, ölene dek yanarmış” dediler.
bazen insan, soğuk gecelerde, onun mezarda üşüyeceğini düşünüp, daha da üşüyor. biliyorsun, ne kadar saçma olduğunu.. sonra hiç ısınamadan sabah oluyor. ağzın, kupkuru toprak gibi kalıyor; yağmurda. hani konuşmaya çalışsan; dudakların o topraklar gibi dökülüp gidecek.. “neden susuyorsun” diyorlar.. nasıl anlatacaksın?
babam öldüğünde arkamdaki dağ yıkılmıştı. günlerce sırtım kambur gezdim. dik yürüyemedim. ve en çok babamı sevdiğimi annemi o kadar da sevmediğimi zannettim. dünyanın en büyük acısıydı bana kalırsa. sekiz yıl her gün her saat babamı hatırladım. sürekli babasızlığıma ağladım. baba diyen birini duyunca sırtım daha da bir kamburlaştı. ama çoktan yeniden dik yürümeyi öğrenmiştim.*kaderin cilvesine bakın ki 23 ağustosta babamı kaybettim ve ardından sekiz yıl geçti bir gün önce babam bugün ölmüştü diye ağlamışken 24 ağustosta annem öldü. sandım ki ben öldüm. sen hiç öldün mü diye sorsalar evet bir kez, annem öldüğünde, derim hiç tereddüt etmeden.
allah bu acımızı unutturmasın lafı işte o zaman anlam kazandı. babamın yokluğunu, acısını unuttum. hain evlat damgası vurdum kendime. oysa öyle bir acı saplanmıştı ki hayatımın tam ortasına, her şeyi unutturmuştu bana. bu acımı unutmak istemiyorum. hayatım boyunca sadece annemin acısını hissetmek istiyorum. annem de ölünce koca dünyada dımdızlak kaldım. sap gibi. hani yol kenarlarında küçük bir tepecikte tek bir ağaç vardır. genelde kavak ağacıdır bu. işte o kavak ağacı oldum. çınar değil. çınar kadar güçlü, köklü değildim zira. eskiden her şeyim varken kendimi çınar zannederdim. ah o güzel günler.
babamın ölümünü kabullenmiştim. sürekli özlesem de. ölmüştü. doğaldı. oysa on yıldır sürekli annemin bir yerden çıkıp gelmesini bekliyorum. bir seferinde evden yeni çıkmışım, karşıdan bir kadın geliyor, a annem geliyor, eve dönmem lazım, diye telaşla sevindiğimi hatırlıyorum. öldüğü ilk yıl, bir sabah panikle yataktan kalktım, annem yanımda yok. bütün evi aradım. annem yok, annem nereye gitmiş. salonun ortasında dank etti annem çoktan ölmüştü, böğüre böğüre ağladım. ilk yıl komşular benim evden sadece ağlama sesi duydular. çıt çıkaran olmadı.
cenaze boyunca kafamda notlar aldım. bunu da anneme anlatmalıyım, şunu da. cenazene şunlar da geldi bunlar da. sonra sonra komik geldi yaptığım şey. elimde değil ki, ben hala kafamda anneme anlatıyorum ne olup bittiğini. sağken anlatmayıp kendime sakladıklarımı bile ona anlatıyorum.
mümkün olduğunca bahsetmiyorum onlardan. ya da bir yere gitmişler de geri geleceklermiş gibi kısa kısa şeyler anlatıyorum. onları ne kadar özlediğimi farkettirecek şeyler söylememeye özen gösteriyorum. birileri babamdan annemden rahmetli şöyle biriydi diye hayırla bile anacak olsa sinirleniyorum. hatırlatmayın. hiç unutmuyorum ki hatırlatıp hepten bir yetimhane çocuğuna döndürmeyin beni. garip bir savunma mekanizması biliyorum ama bu acıya ben böyle tahammül ediyorum.
eşime, ya gittikçe anneme benziyorum dediğimde, annen nasıl biriydi bilmiyorum ki dedi en sonunda. öyle acı ki bu. haklı nerden bilecek. ben ağaç kovuğundan çıkmış biri gibi yanında duruyorum. annem olsa bu kadar bunalmazdım dediğimde, haklısın deyip susuyor. annemin patlıcan kızartmasını çok özledim diye yediğimiz bir kızartmasnın üzerine yorum yaptığımda sadece şefkatle bakıyor bana. annesiz bir çocuğa başka nasıl bakılır ki. yine eşime ilk hamileliğimde, ölürsen en kısa sürede beni unut ve birine aşık ol ev. çocuğumuza da benden uzun uzun bahsedip durma. mümkün olduğunca çabuk unutsun beni. acı çekmeyin, dediğimi duyan arkadaşlarım kızdılar. yasını tutsunlar, saçmalama. yok efendim kimse yasımı tutmasın. yas tutmak, yaşayamamak demek. hakkımız helal olsun, mekanı cennet olsun, iyi biri dedirtebilmişsem ne ala, yoksa allah affetsin. hatırlayıp hatırlayıp, hiç gelmeyecek birini üzülerek yaşamak çok zor. yaşarken unutulmak üzer insanı. yoksa vasiyetimdir, beni unutunuz.